Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası yedinci kez yaptığı toplantıda da faizi sabit tutma kararı verdi.
Zaten beklentiler de bu yöndeydi.
Para Politikası Kurulu
(PPK), yaptığı toplantı sonrası ülkesel ve küresel ekonomiye dair açıklamalarda da bulundu.
Daha önceki metinlerde olmayan bir noktaya ilk kez değindi ve
"resesyon riski" vurgusu yaptı.
"…Önümüzdeki döneme ilişkin küresel büyüme tahminleri aşağı yönlü güncellenmeye devam etmekte ve resesyon ihtimali artmaktadır…"Peki, "resesyon ne demek"; gelin, birlikte irdeleyelim.Resesyon ekonomik durgunluk demektir.
Başka bir anlatımla, bir ekonomi iki çeyrek(altı ay) üst üste negatif olursa,
Yani büyüme durursa, o ekonomide resesyon var demektir.
MB'nin bahsettiği resesyon riski hangi ülkelerde veya hangi ülke ekonomilerinde ihtimal dahilindedir?Sadece gelişmekte olanlarda mı yoksa gelişmiş ekonomiler de bu dert ve riskle muzdarip midir?
Arkadaşlar,Yılın ilk çeyreğinde, hemen bütün gelişmiş ekonomilerde negatif büyüme pek görülmedi.
Ya gelişmekte olan ülke ekonomilerinde?Onlarda da genellik teşkil edecek bir gerileme söz konusu değildi.
Ama gel gelelim ikinci çeyreğe,
Amerika/Çin/İngiltere de dahil olmak üzere; tüm gelişmiş ekonomilerin durumu tam bir facia idi.
Şimdiyse en riskli dönemdeyiz.
Eylül sonunda
(27-28 Eylül civarı) ülkelerin üçüncü çeyrek büyümeleri gelecek.
İşte asıl kıyamet o zaman kopacak.
Ki, Merkez Bankamızın da işaret ettiği
"resesyon ihtimali" bu tarihlerde ihtimal olmaktan çıkıp realite haline gelecek.
Bu arada
"bu ihtimal" ne kadar muhtemel?
Bence çok muhtemeldir,
Resesyon kapıda…
Peki, bu durum çok büyük bir tehlike/risk ve sıkıntı mı?Normalde aşılmaz bir durum değil.
Mesela;Ekonomik parametreler veya alt kalemlerden bir veya ikisinde görülen sorundan kaynaklı resesyon, alınan tedbirlerle uzun vadeli etkiye dönüşmez ve kısa sürede büyüme tahmin ve gerçekleşmeleri pozitife dönebilir.
Ki, Pandemi sürecinde kimi ülkeler bunu yaşadı ve aştı da…
Ama şimdi durum başka,
Hatta bambaşka…
Neden?Hemen her ülkede, ekonominin bütün ana kalemleriyle ilgili bir kriz söz konusu,
Hatta süregiden ve yakın gelecekte çözülme ihtimali olmayan bir kriz.
Sadece bu mu?Tüm bu krizlerin sonucunda, gelişmiş ülke ekonomilerinde görülen yüksek ve yükselmeye devam eden enflasyon…
Peki, bu gelişmiş ekonomiler enflasyonla mücadele ediyorlar mı, yoksa ikincil bir tehlike gözüyle mi bakıyorlar?Yükselen enflasyonla ilgili ilk ve öncelikli politika faiz silahıdır.
Bu politikanın da parasal sıkılaştırma ile desteklenmesi ilk ve en önemli yapılacaklardır.
Bu bağlamda, ilk Amerika harekete geçti,
FED, faiz artışları ve parasal sıkılaştırmaya gitti.
Bugüne kadar yeterli oldu mu?Olmadı ve çok muhtemeldir ki, bu ay sonu yapılacak FED toplantısında 75 veya 100 puanlık faiz artışı yine geliyor.
Avrupa Merkez Bankası da, 11 yıl sonra ilk defa harekete geçti ve 50 puan faiz artışı yaptı.
İngiltere beşinci defa artırırken neredeyse tüm Avrupa ülkeleri ve pek çok gelişmekte olan ülke, faiz artırımına gitti.
Ama buna rağmen enflasyon denen tek kollu canavarla baş edemiyorlar.
Yukarıda bahsettiğimiz resesyon(durgunluk), işte tam bu noktada tetikleyen/artıran ve krizi daha da tırmandıran bir işleve bürünüyor.
Bu noktadan hareketle;Hem enflasyon yükseliyor ve hem de resesyon görülüyor ise; başka bir yazımda bahsettiğim gibi ekonomilerin baş belası olan stagflasyon başlamış/başlıyor demektir!
Küresel ekonomi ve özellikle gelişmiş ekonomilerle ilgili bu uzun girizgahı neden yaptım?Türkiye'ye dair düşünce ve yorumlarımı paylaşacağım da o yüzden…
Ve lütfen, kimse, yorumlarıma hasmane/tarafgirce ve sübjektif gözle bakmasın ve değerlendirmesin.
Arkadaşlar,Gelişmiş ekonomiler, böylesi sorun/sıkıntı içeren bir kriz sarmalı yaşıyor ve dev gibi risklerle karşı karşıya ise; Türkiye gibi, zaten "
kırılgan" olan ve hatta bu yüzden "
Kırılgan Beşli" denen ülkeler kategorisinde değerlendirilen bir ekonominin yaşadığı/yaşayacağı sıkıntının çok daha büyük olmaması mümkün mü!
Son bir yılda faiz giderlerimiz neredeyse üç katına çıkmış,
Kredi Risk Primi 900'lere vurmuş ve buna bağlı olarak dış borçlanma faizleri yüzde 12'lere ulaşmış,
Dolar Endeksinin yükselmesi ve dolayısıyla Euro/Dolar paritesinin dolar lehine değişmesiyle birlikte; ağırlıklı olarak ithalatı dolarla, ihracatı ise EURO ile yapmamız nedeniyle arbitraj kaynaklı dezavantaj oluşmuş bir durumdayız!
Bu kadar mı?İhracatımızın en temel iki alanı var,
Birincisi Tarım,
İkincisi Sanayi.
Tarımsal girdilerin maliyeti son bir yılda yüzde 123 artmış,
(Ben söylemiyorum; TÜİK verileri böyle)İthalatımızın yüzde 81'i ara mal,
Yani hammadde.
Burada da, iki sıkıntıyla karşı karşıyayız,
Birincisi, sanayi hammaddesinde küresel bazlı fiyat artışları söz konusu ve maalesef öngörülmezliğin devam etmesi,
İkincisi ise, bu ara malını (
hammadde) dövizle almak zorunda olmamız.
Bitmedi; iki sorun daha karşımıza çıkıyor,Birincisi Amerika başta olmak üzere Avrupa Birliği'nin faiz artışına gitmesi ve bu yüzden döviz bulmakta sıkıntı çekecek olmamız ve bulsak da yüksek maliyetle edinmek zorunda kalışımız,
İkincisi, lokal düzeyde ekonomiye olan beklentinin negatif olması ve güvenin azalması nedeniyle, alınan mâli tedbirlere rağmen dövize olan yönelişin artarak devamı ve TL'nin değersizleşmesi!
Tüm bunlar neyi doğurur/ne sonuç verir?Enflasyonun yapışkanlaşması,
Yani, kronik bir hal alması,
Yani, mal ve hizmet alımlarının azalması/harcamanın gerilemesi vb. gibi ekonomik aktivitenin azalması nedeniyle görülen durgunluğa(
resesyon) rağmen enflasyonun düşmemesi gibi bir dilemmanın (
ikilemin)/paradoksun/kısır döngünün ortaya çıkması kaçınılmaz olur!
Bu ise, bir ekonomi için, bela bir tehlikenin cereyan ediyor olması ve dört başı mâmur bir krizin sonuçlarıyla karşılaşılması demektir.
Ki,
"Kırılgan Beşli" denen Brezilya, Hindistan, Endonezya, Türkiye ve Güney Afrika arasında, bizim haricimizde enflasyonu yüzde 20 bile olan yoktur.
Sonuç:Bu bir uyarı ve dostane ikaz yazısıdır.Eylül-Ekim'le birlikte gelişmiş ülkelerde bile görülmesi çok muhtemel enflasyon+ resesyon'un Türkiye'yi derinden etkilemesi kaçınılmazdır.
Büyük bir göktaşı, küresel ekonomiye çarpmak üzeredir.
Bu göktaşından düşen parçacıklar bile şuanda yaşadığımız sıkıntıları oluşturduysa; çarpmayla çıkacak hasarı varın siz düşünün!
İvedilikle, faiz artışı da dahil ekonomik kural ve kaidelerin tavizsiz uygulanması ve
"eklektik/diyalektik/heteradoks politikalar uyguluyoruz" filan gibi maceraperest uygulamalardan dönülerek/Amerika'yı yeniden keşfetmekten vazgeçerek; Amerika'nın bile uyguladığı kimi politikaları gündeme almanın zamanı geçiyor bile…
Aksi takdirde;Dış Ticaret Açığının artması,
Cari açığın büyümesi,
CDS denilen Kredi Risk Priminin daha yukarılara çıkması,
Üç haneli enflasyon,
Yükselen ve önlenemeyen döviz kurları,
Hammadde ve girdi maliyetlerindeki artış nedeniyle sanayi ve tarımsal üretimin azalması ve hatta ihracat kaleminde yer alan pek çok firmanın batması/kapanması,
Ve tüm bunlara bağlı olarak işsizlikte artış, fakirleşme/yoksullaşma ve hatta yoksunlaşma,
Daha tehlikelisi de, kamusal ödeme güçlüğü ve temerrüt riskinin ortaya çıkması,
Çok üzgünüm ama; en geç yıl sonu ve hatta yıl sonuna bile kalmadan bizi bekliyor vaziyette olacaktır!
Bu arada,Muhtemel gördüğüm bu sürecin, siyasi/sosyal/sosyolojik etki/tepki ve sonuçlarına dair yorum ve düşüncelerimi söylemiyorum bile!..
Son olarak;Malumunuz üzere,
Genelde uluslararası siyaset/Küresel Ekonomi ve yeni düzen oluşumuna dair yazılar yazıyordum.
Ama küresel bazda gördüğüm risklerin ülkemize etkilerinin çok daha büyük olacağını gördüğüm ve gelmekte olan ekonomik Tsunami'nin sonuçlarına dikkat çekmek istediğim ve ülkesine/iktidara ve ekonomi yönetimine samimi/gerçek bir dost olduğumu düşündüğüm ve böyle inanıp/inanıldığını bildiğim için, bu makaleyi yazdım!
Ve hatta yazmaya mecbur hissettim!
Unutmadan söyleyeyim,Çin'de neler oluyor?Bank of China'da ne yaşanıyor ve hesaplar neden donduruldu?
Başka bankaların da (40 banka) hesap dondurma işlemi yaptığı söyleniyor; acaba neden ve haber doğru mu?
Emlak şirketi olan Evergrande'nin batışıyla ilgili bir kriz mi söz konusu?
Yoksa tüm bu yaşananlar güç ve akıl sahiplerince planlanan
"küresel kaos"un Çin'le ilgili etabının aksiyona dönüşmesi mi?
Not:Türkiye ve Erdoğan, büyük ve gerçekten takdire şayan bir çaba sarfetmişti.
Ukrayna'daki tahılın piyasalara ulaştırılması için yapılan diplomasi sonuç verdi diye sevinmiştik.
Bugün Rusya tarafından tahıl sevkiyatının yapılacağı Odessa limanı füzelerle vuruldu.
Kuzey Irak'ta sivillere atılan top mermisi ve hemen Türkiye'nin suçlanması olayının İran'la ilintisini de düşünürsek;
Rusya ve İran'la iş tutulmayacağını/samimi bir işbirliği olmayacağını/ bu iki ülkeden dostane ve tutarlı bir yaklaşım doğmayacağını, yaşanan pek çok olayda olduğu gibi, bugün de gördük/görüyoruz.
Şimdi yine soruyorum; bu iki ülkeyle ilişkiler konusunda neden hep açığa düşen Türkiye oluyor?
Artık biraz olsun uyanmak gerekmez mi!..
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.