Dünya gündemi öyle hızlı ve şaşırtıcı gelişiyor ki…
Olmaz’lığın olmadığı, herşeyin olur’laştığı bir süreçteyiz.
Herkes herkesle düşman/ dost, herkes herkesle müttefik/muhalif olabiliyor.
İki devlet bir tarafta işbirliği içindeyken, başka bir olayda karşıt olabiliyor.
Ülkesel menfaatler için herkes herkesle görüşebiliyor, konuşabiliyor ve hakeza savaşabiliyor da…
Küresel Gücün başat aktörü ABD bile bu realite çerçevesinde hareket edebiliyor ve katı bir dost/düşman refleksi içinde davranmıyor.
Hatta diliyle tehdit ederken beyniyle uzlaşabilirim de diyebiliyor. "Yeter ki menfaatlerime halel gelmesin veya maksimize edebileyim" yaklaşımında.
Bugün Putin Suriye’de Esad’la görüşüyor.
Oradan Türkiye’ye geldi yarın görüşme yapacak.
Trump Suudi Savunma Bakan Yardımcısıyla Beyaz Sarayda fotoğraf veriyor.
Libya’da Sirte, Trablus hükümeti için çatışan bir ekibin taraf değiştirmesi sonucu düşüyor ve Hafter’in eline geçiyor.
Suriye/İdlib’de birlikte hareket ettiğimiz Rusya, Libya’da Hafter’i destekliyor.
Şuanda intikam yeminleri eden, ağıtlar yakan, matem tutan İran, perde gerisinde Amerika’lılarla görüşmeler yapıyor.
Türkiye Hal böyleyken ne yapmalı/yapmamalı…
Soğukkanlı diplomasi,
Akıllı ve akılcı hareket,
Bir taraf olurken her tarafla da iletişimin ihmal edilmemesi,
Olay ve sorunlarla ilgili çok boyutlu-her boyutlu olabilirlik düşüncesiyle yaklaşım,
Olmazsa olmazlık içinde olmamak,
Aynı olay ve duruma dair A-B-C…. gibi alternatifli planlar,
Olay ve sorunla ilgili refleksten önce kendi artı ve eksilerini çok iyi değerlendirmek,
Oyun içindeki oyunları iyi ve doğru okuyup, kuralsız oyunu gereği gibi oynamak…
Meşruiyet hamasetinden ziyade; acı, zor ve sevimsiz de gelse, olması gereken gibi hareket etmek…
Somutlaştırırsak;
İran-ABD krizinde ülkesel menfaatler için ne yapabiliriz, nasıl zarar görmeden veya karlı çıkabiliriz, Türkiye’nin varlık, güç ve etkinliğini nasıl maksimize edebiliriz şeklinde davranmalıyız.
Mesela Kuzey Irak, Suriye ve Libya’da artı konuma nasıl geçeriz gibi…
Libya’da ne yapacaksak çok hızlı hareket etmeliyiz. Yoksa herşey için çok geç kalınmış olur.
Aynı zamanda bölgedeki aşiretlerle iletişim sağlamalıyız.
Hatta Hafter’le olmasa da; destek veren yerel güçlerle ve aşiret liderleriyle konuşmalıyız.
Gerekirse çok hızlı ve seri bir hareketle Hafter’e ağır bir darbe vurmalı, Berlin Konferansı öncesi Hafter’in arkaplanı ciddi zayıflatılmalıdır.
Trablus Hükümeti askerleri içinde ihtilaf ve fitne minimize edilmeli ve hatta Hafter güçleri içinde ihtilaf, geri dönüş ve kargaşa çıkartılmalıdır.
Kuralsızlığın hakim olduğu Libya’da oynanan oyunu, meşruiyet kaygısına girmeden bozmalıyız.
Suriye konusunda ülkesel menfaatlerimiz gerektiriyor ise; Ki bunun gerekliği artık görünür hal almıştır. Esad’la görüşmek, resim vermek ve sıkı bir iletişime geçmekten imtina etmemeliyiz.
Artık aracısız görüşmeye başlamalıyız.
Çünkü sığınmacı sorunu belimizi büküyor ve ne yazık ki; İdlib patlarsa, üç milyon sığınmacı yine kapımıza dayanacak.
Bu yüzden de İran ve Rusya ile başlattığımız Astana Sürecine riayet etmeli ama onunla yetinmeyip, doğrudan Esad-Suriye Rejimiyle görüşmeli, sorunların halline katkı sağlayacak en küçük resmi/gayrıresmi alternatifi gözardı etmemeliyiz.
Silahlı Kuvvetlerimizle ilgili yurtdışı harekat ve operasyonlarda çok iyi plan yapmalıyız. Çünkü çok fazla ülke ve coğrafyada askeri hareket ve üs’lenme içinde olurken çok dikkatli davranmak zorundayız.
Evet çok şükür; güçlü, cesur ve kahraman bir ordumuz var. Ama bu bizim stratejik, akıllı ve dikkatli davranmamızı ihmal ettirmemeli, sakın ola ki; rehavete düşürmemeli ve ihmale sevketmemelidir. Çünkü tarihe baktığımızda görürüz ki; büyük, kahraman ve başarılı orduları kötü planlama, güçlülük gururu ve rehavet mahvetmiştir.