Kum şehrinde Şii’ler için kutsal Cemkeran Camii’nin kubbesine ilk defa "intikam" işaretli kırmızı bayrak çekiliyor.
Ayetullah Hameney’in taziye mesajında Süleymani ile Hz. Hüseyin birbirine sarılmış olarak resmediliyor.
Şii Müslümanlar için Kerbela’dan beri özel bir hissiyat haline gelmiş “şehitlik, intikam, başkaldırı” söz ve haykırışları dillerde…
Tepkiler bile semboller üzerinden gösteriliyor.
Cenazenin dolaştırıldığı şehirler Şii’ler ve Farsi’ler için sembol şehirler.
Söylemler Kerbela’dan beri dillerde ve kalplerde yer etmiş sembol kavramlar…
Keza Şii’ler için beklenen "Mehdi" olgusu da farklı ve daimi bir sembolleşmişlik…
Kasım Süleymani öldürüldükten sonra Trump ne yaptı.
Tatil için gittiği Palm Beach’teki (Miami) malikanesinde.
Orada ne yapıyor…
Hemen Miami’deki ‘King Jesus International Ministry’ adlı Evanjelik cemaatin kilisesine götürüldü ve orada toplanmış 7 binden fazla "Kıyamet Savaşı" bekleyen saplantılı ve radikal gruba uzun bir konuşma yaptırıldı.
(Süleymani’nin öldürülmesinin Trump’a bile haber verilmeden yapıldığına dair duyumlar aldım. Operasyonun Evanjelik başkan yardımcısı Mike Pence’nin bilgisi dahilinde olduğu kanaatindeyim. Fakat neticede açıklama yapması gereken Trump’tır ve eline tutuşturulan metni okumuş, açıklamayı yapmak durumunda kalmıştır diye duyumsadım)
Bu sene içinde seçime gidecek olan ve kazanmasının ancak Evanjelik’lerin desteğiyle olabileceğini düşünen Trump gibi çizgisi, inancı, itikadı ve ilkesi olmayan hertaraf bir adam, ““Tanrı’nın bizim yanımızda olduğuna gerçekten inanıyorum” şeklinde Evanjelik’lerin hoşuna gidecek inançsal cümle kurabiliyor.
Ertesi gün ise İran’ın intikam tepkilerine cevap veriyor.
Evanjelikler için çok önemli olan sembol olgusu üzerinden veriyor, cevabını.
"Bu bir uyarı olsun: İran Amerikalılara veya Amerikan unsurlarına saldırırsa biz (yıllar önce İran tarafından rehin alınan 52 Amerikalıyı temsilen) 52 İran sahasını hedef almış bulunmaktayız.
Bazıları üst düzey ve İran kültürü açısından çok önemli."
Keza Evanjelikler için Mesih inancı ve Kıyamet Savaşı beklentisi da temel sembol olgu.
Şimdi olaylara bir de "Aslında ne oldu, oluyor, olacak ve görünenle hangi görünmeyen gizleniyor" sorularıyla bakalım…
Kasım Süleymani 2015’lerde ABD ile işbirliği ve koordinasyon içinde İŞİD’e karşı savaşmış birisi.
Peki Bu Süleymani o zamanlar ABD için son derece masum biriydi de, bu sene mi terörist oldu.?
Bugün intikam yemini eden İran için ABD o dönemde son derece masum, özgürlük ve demokrasi aşığı bir ülkeydi de bugün mü intikam alınması gereken bir ülke oldu.?
Kasım Süleymani ve İran, İŞİD denen kanlı örgütü ABD’nin kurduğunu yeni mi öğrendi.?
Yemen’de, Suriye’de iş savaş sürerken, Irak ve İran’da sokak olayları olurken ne oldu da bir anda ABD’nin Bağdat elçilik binasına saldırıldı.?
Elçilik saldırısı başat aktörü ve “akil, zeki, cesur komutan” diye göklere çıkartılan Kasım Süleymani 1979-Tahran travması yaşamış ABD’nin ağır karşılık vereceğini göremeyecek kadar basiretsizlik içinde miydi.?
İran ve Süleymani bu saldırı sonrası coğrafyanın daha da karışacağını bilmiyor mu idi.?
Keza Irak’ta bu saldırıya kadar süren ve 300 kişinin öldüğü söylenen sokak olaylarına da Sünni’lerin karışmamış olması oldukça manidar bir durum değil mi.?
Yoksa başka, çok başka hesaplar, planlar ve senaryolar mı var…
Mesela dikkat ettiniz mi hiç; İŞİD denen kanlı terör örgütünün saldırmadığı iki ülke var.
İran ve İsrail…
Çok manidar değil mi.
1979’da Humeyni’nin İran’a gitmesinden beri bu ülke, ABD ve Avrupa için “seçilmiş düşman”.
Ama nedense bu düşmanlıktan İran zarar görmüyor.
"Eşkıya devlet İran" söylemleri bir retorikten öteye geçmiyor. Batı ve ABD’nin göstermelik yaptırım ve ambargolarına rağmen bırakın sökülüp atılmayı; İran ve mevcut rejim daha da kökleşiyor, derinleşiyor.
Biri diğerini besliyor.
Bir diğeri bu düşmanlıkla var oluyor, ayakta duruyor, hayatiyetini sürdürüyor.
Hele de İsrail-İran düşmanlığı…
İran Şii/Farsi yayılmacılığına İsrail düşmanlığını kamuflaj yapıyor.
İsrail Siyonist/Evanjelik eylemlerine İran düşmanlığını gerekçe gösteriyor.
Öyle görünüyor ki; varoluşsal olarak İran-İsrail birbiri için vazgeçilmez iki olgu. İki düşman(!) birbirinden besleniyor, sanki.
Bu arada yakılan Şii ateşinin daha da harlanması için ABD boş durmayacaktır. Artık sırada Lübnan Hizbullah lideri Nasrallah mı olur başkası mı, yaşayıp göreceğiz.
Belki ütopik ama bir köşe yazısı okurken yeniden aklıma geldi.
İran-Türkiye savaşı olsa, sizce Avrupa ve ABD kimi destekler.?
Yusuf Kaplan’ın makalesinde "Ari Irk" diye arkaladıkları ve önünü açtıkları İran’ı mı yoksa bizi mi.?
İran’a destek verirler mi bilemem ama bize destek olmayacakları kesin…
Şimdi ne olacak…
"Büyük ve seçilmiş düşman İran" görevini iyi yaptı, yapıyor.
ABD ve Evanjelik’ler için zemin hazırlığını tamamladı gibi.
Şii/Sünni çatışması ve Ortadoğu’nun önü alınmayacak kargaşaya düşmesi için her türlü mıntıka temizliğini yaptı.
Kasım Süleymani artı bir "Şii İntifadası ve direnişi" için modern çağın Hüseyini(!)haline geldi/geliyor.
Bağdat havaalanı yolunda öldürülen nokta yeni bir Kerbela…
"Yaşayan Şehit" artık gerçek bir şehit.
Kasım Süleymani’nin sebebiyet verdiği katliamlar, aldığı masum canlar, yokettiği ocaklar bir anda unutuldu/unutulacak.
Ulviyet kesbedilen bir manevi kahraman’laştırılacak.
ABD tarafından ne büyük bir tehlike ve teröristin öldürüldüğü, çok büyük bir iş çıkardıkları, ABD menfaatleri ve vatandaşları için azılı bir katilin yokedildiği algısı oluşturulacak.
Hatta yakın zamanda filmler yapılacak ve Süleymani gibi ölümsüz bir düşmanı yokeden ABD Deniz komandolarının yüceliği algılatılacak.
Ama olan, Ortadoğu ve Şii/Sünni Müslümanlara ve coğrafyanın diğer halklarına olacak.
Türkiye ne yapacak/yapmalı…
Ne Kasım Süleymani gibi birini öldüren ABD’ye alkış tutmalı.
Ne de Kasım Süleymani gibi birisi ABD tarafından öldürüldüğü için İran’ın yanında durmalı.
Büyük oyunu görmeli, farketmeli, iyi okumalı.
Yaklaşan, gelen ve ortalığı ateş çemberine çevirecek olan Kıyamet Savaşına engel olmalı.
Şii’lere de Sünni’lere de itidal tavsiye etmeli, arabulucu olmalı, teskin etmeli ve oyuna düşmelerine mani olmaya çalışmalıdır.
ABD ve Evanjeliklerin semboller üzerinden gelişlerini ve İran’ın düşmanmış kisvesiyle bu oyuna figüranlı ettiğini çok iyi bilip görmelidir.
Tıpkı filmlerdeki gibi.
Hani filmi izlerken filmin baş kahraman aktörü ve bir de ona düşman kötü kişilik vardır ya…
Filmin havasına ve psikolojisine kendimizi kaptırınca kötü adama büyük kızgınlık hissederiz ve hatta normal hayatta bile o karakteri temsil eden kişiyi görünce tepki gösteririz ya…
Aynı algı ve psikoloji ABD-İran ilişkisinde de geçerlidir.
Al birini vur ötekine kabilinden…
İkisi de film yapımcısının yarattığı iyi-kötü karakter gibidir.
Ama unutmamak lazım ki; filmin düşmanları çekim arkasında birlikte oturup, kahkahalarla kahvesini yudumlayan iki iyi dosttur.
Bir oyun oynanıyor ve oyunun baş aktörü ABD-Evanjelikler, diğeri ise bölgesel aktör İran’dır.
Oyunu okuyan basiret, feraset, akıl ve akılcılık içinde olmaya mecbur ve mahkumuz.
İkinci Dünya Savaşı’nda nasıl taraf olmadıysak bu meselede de her tarafla konuşan, görüşen, uzlaştırmaya ve sakinleştirmeye çalışan ama taraf olmayan bitaraf olmalıyız.
Yoksa asıl hedefin “biz” olduğunu pas geçmiş ve ateşi kendi içimize çekmiş oluruz.
Ki; asıl istenen de budur, zaten.