İdlib'de sekiz şehit..!

Tam da Erdoğan’ın Ukrayna seyahati öncesi ve sabaha karşı yaşandı.
Rusya’nın hasım gördüğü ve Kırım bölgesini ilhak ettiği Ukrayna seyahati öncesi…
Üzücü , canımızı acıtıcı ve kızgınlığımızı depreştirici bu saldırıya şaşırdım mı.?
Şaşırmadım.
Çünkü muhatap Rusya ve şahsen ben; her şey beklerim…
Takip eden okurlarım son bir-iki aydır Rusya ve Putin’e dikkat çekerek; sürecin tehlikesine ve güvenilmezliğe parmak bastığımı çok iyi bilir.
Ve maske düştü;  Rusya’nın-Putin’in gerçek yüzü görünmeye başladı.
Bunu iktidara yakın dış politika üreten ve ne yazık ki Türk-Rus ilişkisine güzelleme yapanlar da görmeye başladı.

Üç gün önce Külliye’nin dış politik karar ve tercihlerinde etkili olduğu söylenen SETA koordinatörü Burhanettin Duran, Erdoğan’ın Senegal dönüşünde söylediği sözleri de referans alarak; "İdlib konusunda ABD ve AB'nin devreye girmesi" gereğine vurgu yaptı.

Geç oldu ama yaklaşımın bu boyuta dönüşmesi de olumlu bir vetiredir.
Ukrayna seyahati öncesi gözlerine baktığım Erdoğan’ın Rusya ve Putin konusunda daha itiyatlı ve eskisi kadar güven hissi içinde olmadığını farkettim.

Rusya ile yol alınmayacağı ve özellikle Suriye-Libya konusunda mutabakatlara ve liderden-lidere istişarelerin çözüm getirmeyeceği kanaatinde olduğunu gözledim.

Kaldı ki; soruna dair daha önce ve bugün Ukrayna seyahati başlangıcında söylediği sözler de artık, Türkiye’nin farklı bir Rusya politikası izleyeceğine işaret ediyordu.

Aslında doğru olan da buydu ve budur.
Çünkü bu sabaha karşı yaşanan dramatik olay ve kayıplarımız bile Rusya ile güvenilir ve sağlıklı yol alınmayacağının en büyük kanıtıdır.

Özetle Rusya yine kendi gibi davranmış ve Rusya’lığını yapmıştır.

Peki hal böyleyken Türkiye ve Erdoğan ne ve nasıl yapmalıdır…
Suriye özelinde öncelikle Rusya’nın aracılığını ortadan kaldırmalı; Esad’la doğrudan görüşmelere başlanmalıdır. Ki, bu sayede bölge ve süreçte Rus manipülasyon ve bulanıklığını minimize etme imkanı doğabilir.

İdlib konusunu Esad’la konuşarak müşterek çözüm formülasyonuyla “biz bize” mantalitesi içinde çözmek eminim Rusya’lı bir çözümden daha reel ve sonuç alıcı olacaktır.

Atılacak bu adımlar çerçevesinde sorunun hallinde ABD ve AB ile kurulacak iletişim ve diyalog Rusya’nın bencil diplomasisi ve tek’lik nedeniyle sergilediği agresif/pragmatist yaklaşımı da engelleyecektir.

Aksi takdirde sadece İdlib’de değil; Kuzey Suriye sınır boyunca Irak’a kadar olan koridorda güvenlik her geçen gün daha büyük risklerle karşılaşacaktır.

Buna bağlı veya bağımsız olarak Libya konusunda da Türkiye Rusya müttefikliğine fazla güvenmeden, Rusya ile başlayan Moskova/Berlin süreçlerine fazla bel bağlamadan ABD ve AB ülkeleriyle istişare ve minimum ittifakla bile olsa ikincil bir yol haritası oluşturmalıdır.

ABD ve AB ile neredeyse bitik görünen ittifak ve işbirliği hızla canlandırılmalıdır. Rusya ve ABD-AB dengeleme politikası akıl ve akılcı şekilde sürdürülmeli ve bir tarafın ağırlığının artmasına meydan verilmemelidir.

Kaldı ki Rusya ile gerçek bir kazan-kazan konularında bile Türkiye mutlaka ABD ve AB kartını elden düşürmemelidir. Ki, Osmanlı Devleti de özellikle son iki asırda bu dengeye ve böylece Rus belasından masun kalmaya gayret göstermiştir.

Bölgesel ve global ölçekteki bütün olaylar Küresel Savaş ve oluşturulmak istenen yeni yüzyılla ilişkilidir. Hiçbir olay (buna Çin’deki virüs faciası da dahil) bu hakimiyet savaşından bağımsız, doğal ve kendi seyrinde ortaya çıkan durumlar değildir.

Hal böyleyken Türkiye’nin de artık saf ve niyetini netleştirme dönemi gelmiştir, geçiyor bile.
Neocon-Evangelist ve Merkeziyetçi Aklın hakimiyet mücadelesinde Türkiye’nin tavrını netleştirmesi için zamanlama kaçırılmamalıdır.

Çünkü yaşadığımız yalnızlaşma ve belaların devamı ya da sonlanması vereceğimiz bu karara bağlıdır.
Örnek; Venezuela’ya bakın.
Madura, işin çığırdan çıkmasına ramak kala, tavrını belirledi, safını netleştirdi ve şuanda kontrol elinde. Aksi takdirde bitişi mukadderdi ve zamanlamasıyla buna mani olabildi.

Erdoğan’ın da artık kendine yakın bir paradigmaya sahip Merkeziyetçi Akılla daha yakın bir teşriki mesai ve güvene dayalı daha sıkı bir ilişkiye gireceğini düşünüyorum. Kendisinin de  bu vaktin geldiğine ve yapılması gerekenin bu olduğuna kanaatinin pekiştiği fikrindeyim.

Çünkü  böylesi bir yaklaşımla oluşacak ittifak ve işbirliği sayesinde Rusya ve Putin’e mecbur ve mahkumluğun  minimize olacağı, başta Suriye olmak üzere; Libya, Filistin, Somali, Sudan, Katar gibi ülkeler nezdinde Türkiye etkinliğinin artacağı muhtemel bir gerçektir.

Ama tüm bunlar tezahür ederken yine söylüyorum; Ne Rusya ne ABD ve ne de AB…
Hem Rusya, hem ABD ve hem de AB şeklinde bir yaklaşım, olmazsa olmazımız olmalıdır.
Keza her daim dile getirdiğim gibi; akıl ve akılcı dış politika, ince  ve soğukkanlı diplomasi, kimseye güvenmeden herkesle işbirliği yaklaşımı ve ülkesel menfaatler için ak-kara zihniyetinden uzak, her türlü alternatif öneri ve diplomatik enstrümana gözünü kapatmamış, duygusallık ve romantizmden uzak bir yaklaşım ve zihniyet temel prensibimiz olmalıdır.

Sizlerle paylaştığım bu düşüncelerime dair  Sayın Cumhurbaşkanı’mızın da benzeri düşünce ve yaklaşım içerisinde olduğunu gözlerine bakarken gözlemlediğimi söyleyebilirim.

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
OGÜNhaber