Devletler de insanlar gibidir.
Doğarlar büyürler ve ölürler.
Aynı zamanda insan ve devlet hayatında kritik anlar da vardır.
Bu anlar oldukça belirleyicidir ve hatta hayat-memat meselesidir.
İnsanın ve devletin hayatiyetinin devamı bu anlarda alınacak doğru/yanlış kararlarla doğrudan ilgilidir.
Bu an kırılma ve karar anıdır.
Bu realitenin beşeri boyutunu bir kenara koyarak devlet kısmını ele alacağım.
Devlet aygıtı irade ve inisiyatif sahiplerince hayat bulan bir organizma gibidir.
Ve devlet için en kritik anda doğru kararı alabilmek ve zamanlamayı kaçırmamak olmazsa olmazlık arzeder.
Konuyu Türkiye özeline getirirsek ve yakın geçmişe bakarsak; bu minvalde alınan oldukça kritik kararlara şahit oluruz.
Mesela 1.Cihan Harbi öncesi İttifak Devletleri arasında yer aldık.
Doğru veya yanlış ama bu bir karardı ve alındı.
Bu karar alınırken dönemin yöneticilerinin perspektifi, tercihi ve yaklaşımı belirleyici oldu.
Her karar, sonucunu da doğurur.
Ve bu karar da bir sonuç doğurdu ve bedel getirdi.
Dönemin yöneticileri daha doğru tercih yapabilirler mi idi..?
Bu durum yüzyıldır tartışılıyor.
Karar doğru veya yanlış ama sonuçta yapılan tercihin sonucu kaybediş oldu.
Artık önümüzde yeni bir kritik an vardı.
Ya esaret, manda ve himaye kabul edilecek veya isyan ve kurtuluş mücadelesi başlayacaktı.
Zamanın karar sürecindekiler, mücadeleyi tercih ettiler.
Alınan bu kararın da bir külfeti, sonucu ve faturası olacaktı.
Ama tüm bunlar göze alınmıştı ve son yılları savaşlarla geçmiş Anadolu İstiklal Harbi’ni başlatmıştı.
Alınan bu karar sonrası çok ağır bedeller ödendi, onbinlerce insan şehit oldu ama karara mehaz olan amaç ve hedef; şu veya bu şekilde gerçekleşti.
Akabinde kendini küllerinden var eden Anadolu yeni bir devlet kurdu.
Keza 2.Dünya Savaşı…
Bu defa genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti var.
Kritik andadır ve bir karar alma zorundadır.
Bu defa savaşa girmeme, nötr ve bağlantısız olma tercihi yapıldı.
İyi mi oldu, kötü mü..
Ama bir karar alındı ve kurulana dek uzun yıllar savaştan yorulmuş, nüfus kaybetmiş Anadolu halkı ve genç Türkiye Cumhuriyeti yeni bir badireye girmemiş oldu.
Bu savaş sonrası dünya iki kutuplu bir konsepte giriyordu.
NATO ve Varşova Paktı…
Yine bir karar anı idi.
Ve Türkiye bu noktada Batı Blokunu tercih ederek NATO’ya girdi.
Doğu Bloku olarak anılan Varşova Paktına da dahil olabilirdi.
Ama olmadı ve NATO’ya katılmanın ülkesel menfaatimize daha uygun olacağı düşünüldü.
Doğru mu, yanlış mı..
Artı ve eksileriyle sonuçlarını yaşıyoruz.
Bu örnekler sonrası konuya bakarsak;
Dönemin yöneticilerinin kritik anlarda aldığı kararlar ve yaptığı tercihler sadece o anı etkilemiyor.
Sonraki dönemler için de ciddi sonuçlar doğurabiliyor.
Şimdi de benzeri, kritik bir noktadayız.
Kararsız kalabilir miyiz.?
Hayır…
Hertaraflık gösterebilir miyiz.?
Hayır…
Erteleyebilir miyiz..?
Hayır çünkü karar sürecinin son kertesindeyiz…
Öyle bir karar süreci ve kritik an ki; oluşturulmak istenen yeni yüzyılda durum konum ve önemimizi doğrudan etkileyecek.
Eğer;
Hiddet ve şiddetle, sağduyudan uzak bir refleks sergilersek; çok kötü,
İç siyasetin şehveti, hasmaneliği, kişisel siyasi konsolidasyon ve acul karar alırsak; çok kötü,
Akıl ve akılcılıktan uzak, tükürdüğümü yalamam inatçılığı, küstüm oynamıyorum duygusallığı ve romantizmle hareket edersek; çok kötü,
Herkesi idare edebilirim/ediyorum zaten, işgüzarlığı ve aklıevvelliğiyle davranırsak; çok kötü,
Şark kurnazlığı veya hamaset ve demagojiyle birilerini kandıracağımızı sanarak davranış sergilersek; çok kötü….
Bugünlerde alacağımız ve/veya almayacağımız karar yarınlarımızı belirleyecektir.
Basiret/basiretsizlik, feraset/ferasetsizlik belirleyici olacaktır.
Bilgelik(eğer yönetimde yoksa bilgelerle istişare), akıl ve akılcılık ve devlet aklı müessir olacaktır.
Çok boyutlu bakış, yarınlara projeksiyon ve küresel siyasi okuyuşa sahiplik doğru kararı getirecektir.
Devlet yönetimi çetin iştir.
Zor zanaattır.
Öyle olur ki bazan, için kanayarak iki kötüden az kötüyü seçmek zorunda kalabilirsin.
Mesela Bosna Savaşını bitiren Dayton Anlaşmasına Aliya İzzetbegoviç’in söylediği söz gibi;
"Bu adil bir barış olmayabilir; fakat süren bir savaştan daha iyidir"
Gerçek bir devlet adamı ve devlet aklı;
Gücünü ve gücünün limitlerini, potansiyelini, özgül ağırlığını, coğrafyasını, stratejik önemini bilerek karar vermelidir.
Dengelemeyi; gerekirse terazinin bir kefesindeki kötüye karşılık diğer kefeye başka bir kötüyü koyarak nötralize etmeyi bilmelidir.
Tek taraf da olmamalı hertaraf da olmamalıdır.
Küresel bir köy konseptine gelmiş dünya gerçekliğini her daim idrak etmeli ve bu bilinçten asla uzaklaşmamalıdır.
Maceraperest ve tarihsel nostaljiyle ütopik refleks göstermemelidir.
Ve bir devlet adamı kritik an geldiğinde "asla kumar oynamamalıdır."
Çünkü bilmelidir ki; alacağı kararın veya karardan kaçınmasının bedelini sadece kendi ve dönemi değil yıllar, onyıllar sonrası nesiller de ödeyecektir.
Yukarıdaki örnekleri tam da bu yüzden paylaştım.
Basiret, akıl ve zekayı birleştirerek alınan kararların pozitif etkisini, aksi olanların ise nelere mal olduğunu bugün yaşayan nesiller olarak görüyor, okuyor ve yaşıyoruz.
Lütfen, hele de kötü kararlarda, tarihi tekerrür ettirmeyelim.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.