Son yazımda da yine aynı konuya parmak basıp; küresel tehlikeye ve bunun bize yansıması muhtemel, olası risklerini dile getirdim.
Eskiden kargaşa ve karmaşa, sanki sadece Ortadoğu’yla özdeş ve kronikleşmiş gibiydi.
Adeta bu toprakların kaderi idi.
Halen de sükunete ermiş ve yakın gelecekte erecek gibi görünmüyor.
Ama artık, yangın her kıtaya sıçradı.
En güvenli ve istikrarlı denen coğrafyalar bile bir anda karışabiliyor.
Ve kimin kimle, nasıl ve ne için olduğu bilinmeyen ama görünürde çok basit, sudan sebeplerle başlayan olaylar ülkeleri, coğrafyaları yakıp yıkabiliyor.
Burada Küresel bazda karışıklıklardan ziyade bugün Avrupa ve özellikle Fransa’daki olaylara ve bu duruma dair provokatif ortama dikkat çekmek istiyorum.
“
Sarı Yelekliler” diye bir grup güya akaryakıt zamlarını protesto için Paris’i yakıp yıkıyor.
Fransa’da Macron’un yönetime gelmesinin sanki rövanşı gibi hadiseler yaşanıyor.
Bu arada, Fransa’da olan bir olay herhangi bir Avrupa ülkesinde tezahür eden, lokal nitelikli bir durum olarak asla telakki edilmemelidir.
Özellikle Fransa ve Almanya’da çakan bir kıvılcım tüm Avrupa’yı ve dolayısıyla da dünyayı etkileme özelliğine sahiptir.
Fransa’daki olayları sadece bir zammın protestosu gibi düşünmek bize büyük resmi pas geçirtir.
Olayların arkasında ciddi bir planlama ve kurmay zekanın olduğunu görmemek, durumu çok basite indirgemek olur.
Küresel kavganın bir tarafı, diğerine galebe çalmak için Fransa özelinde ama tüm Avrupa’yı hedef alan ikaz ve uyarı mahiyetli senaryoyu sahnelemeye başladı.
Bu olayları değerlendirirken; “
kimin işine yarar, aslında ne oluyor, kim zarar görür ve son tahlilde bu satranç oyununda varılmak istenen hedef nedir” sorularını sorarak gözlem yapmazsak fahiş hatalar yaparız.
Fransa olayları bağlamında Türkiye ve Avrupa’daki Türklerin duruşu ve konumlandığı noktayı değerlendirecek olursak;
Tehlikelinin pek de farkında değiliz.
Çünkü Paris olayları bir Hibrit savaşın işaret fişeğidir.
Bu savaş doğrusal olmayan, asimetrik, kirli ve bulanık bir özellik taşıyor.
Özellikle Fransa gibi Kuzey Afrika kökenli Müslümanların olduğu bir ülkede başlaması tesadüfi değildir.
Başlayan olaylarda faşizan eğilimli, aşırı sağcı ve marjinal grup ve oluşumların devreye girmesi an meselesidir.
İşte bu noktada asıl karmaşa başlar.
Bizim açımızdan en tehlikelisi de tam bu noktadır.
Özellikle sosyal medyada ütopik, akılcılıktan uzak ve sonu düşünülmeyip olası muhtemel tehlikeleri görme bilincinden uzak paylaşımlar görüyor ve duyuyorum.
Yok efendim, “
Avrupa ettiğini buluyor, artık sıra Avrupa’da, Arap Baharından sonra şimdi sıra Avrupa baharında” filan gibi…
Daha spesifik olarak da, “
Avrupa’da Türklerin ayak sesleri” gibi paylaşımlar beni çok ciddi kaygılandırıyor.
Mesela, bir paylaşımı örnek vermek istiyorum.
Paris’te bir kamyonetin üstünde Mehter’i andıran bir davul ve birkaç enstrüman var.
Kamyonetin teybinden yüksek sesle mehter marşı çalınıyor.
O mehteran enstrümanlarını o kamyonete koyan kim..!
O anda marş bağırta bağırta ne için çalınıyor..!
Kamyonet kimin, onu kullanan kim, o marşı açan kim..!
Hiçbirisi belli değil.
Onu organize eden bir Türk mü, o bile belli değil.
Ama bu, özellikle sosyal medyada bir övünç vesilesiymiş gibi şiddetle paylaşılıyor.
Adeta sevinç çığlıkları atıyoruz.
Oh olsun Avrupa’ya, şimdi sıra sizde, artık Avrupa’daki Türkler harekete geçti, gibi sözlerle arkasını önünü, sonunda bize vereceği zararı düşünmeden hamaset ve cahilce hareket ediyoruz.
Adeta, “
Ver Mehteri” diyerek marşın hamasi coşkusunun şehvetiyle, hazırlanmış tuzağa gözü kapalı ilerliyoruz.
Buradan herkese sesleniyorum…
Bu bir provokasyondur.
Bu “
görünmez bir elin” kirli savaşına, Türkleri de dahil etme çabasından başka bir şey değildir.
Avrupa’da sekiz milyonu aşkın Türk yaşıyor.
"
Mehteran hamasetiyle” hareket ederek, bizim olmayan bir savaşın parçası olmamalıyız.
Özellikle Avrupa’da yaşayan soydaşlarımız, akrabalarımız, hemşerilerimiz ve kısaca tüm Türklerin varlığını tartışılır hale getirerek riske atmamalıyız, atamayız.
Uyanık, akıllı ve akılcı olmaya mecburuz.
İçine çekilmeye çalışıldığımız savaş özellikle bizim felaketimiz olur.
Şunu unutmayalım ki; karışık bir Avrupa Türkiye’nin işine gelmez.
İhracatımızın yüzde ellisini bu kıtaya yapıyoruz.
Bu ülkelerdeki istikrarsızlık ekonomik olarak kırılgan olan ülkemizi, hele de yaşadığımız “
kur krizinden” sonra çok kötü etkiler.
Avrupa’daki Türkler ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak öngörülmezlik girdabına sürükleniriz.
Diğer yandan ise; istikrarsız ve destabilize bir Türkiye Avrupa’nın da işine gelmez.
Tüm bu nedenlerle, komşunun evi yanarken sakın ola ki, hesapsız kitapsız şekilde sevinmeyelim.
Çünkü o ateşin bize de sıçraması çok ama çok muhtemeldir.
Özellikle coğrafi ve tarihsel boyutumuz itibariyle hep hedefte olan bir ülke ve milletiz.
Küresel oyun kurucuların kurguladıkları denklemde asla gözardı edemediği ana parametreyiz.
Hal böyleyken de kurulan provokasyon ve manipülasyonların görünmeyen hedefinde hep biz varız.
Paris’teki olaylara bu açıdan bakmazsak, ülkemizi ve Avrupa’daki Türkleri özelliği, niteliği, başı-sonu belli olmayan bir bumerang cehennemine mahkum ederiz.
Hamaset, öngörüsüzlük, tarihsel romantizm ve ütopik refleksler bizi felakete sürükler.
Hele de günümüz dünyasında; anlık saf değişimin normalleştiği, ilkesizliğin hakim olduğu, önce kan sonra barış denen bir zihniyetin başat aktör haline geldiği, küresel güçlerin terör grupları üzerinden alan elde etmeyi tercih ettiği bir dünyada; akıl ve akılcılık, soğukkanlılık ve gaza gelerek fevri hareket etmemek temel prensibimiz olmalıdır.
Yoksa farkında bile olmadan; nasıl ve kimin başlattığı belli olmayan ateşin tam ortasında kendimizi bulabiliriz.
İşte o an, tam da oyun kurucuların istediği bulanık ortamdır.
Aman ha dikkat, dikkat, dikkat…
Çok büyük bir oyun var ve biz bu oyuna düşmeyelim.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar..