Bu ay içinde içeride ve dışarıda yapılacak görüşme, müzakere ve oluşacak mutabakatların ülkemiz açısından ileriye dönük ciddi neticeler getireceğine hassaten vurgu yapmıştım.
Özellikle Türk-ABD ilişkilerinde ve dolayısıyla AB ülkeleriyle yeni bir sayfa açacak önemde gelişmelere olacğına parmak basmıştım.
Özellikle, ABD ve sonrasında Almanya ziyaretinin stratejik önemine dikkat çekmiştim.
Cumhurbaşkanı’mızın BM toplantısı için gittiği ABD’de çok farklı ve kapsamlı görüşmeler yapacağına; Rahip Brunson meselesinden tutun da, Afrika-Türki Cumhuriyetler ve Rusya, AB ilişkileri, Petrol ve Doğalgaz anlaşmalarına kadar, Suriye’deki reel durum ve gidişatı etkileyecek boyutları da kapsayan geniş çaplı diplomasiden bahsetmiştim.
Geldiğimiz noktada gelişmeler bu görüşmeler muvacehesinde ve varılan mutabakatlara göre ilerliyor. Erdoğan-Trump arasında telefon görüşmelerini de kapsayan yoğun bir iletişim başladı.
Menşei dışarı olan “
kur saldırısı” dizginlendi ve kur inişe geçti.
Keza AB ve özellikle Almanya ile ilişkiler yeniden başladı, ekonomik ve siyasi boyutla ilerliyor.
Suriye konusunda, özellikle Mümbiç’e dair “
ortak devriye” gecikmesini de ortadan kaldıran yeni gelişmeler başladı.
İstanbul’da, Fransa-Almanya-Rusya ve Türkiye arasında yapılan Suriye istişare ve müzakeresi önemli bir vetire olarak realize oldu.
ABD’nin Türk Bakanlara uyguladığı yaptırım kaldırıldı.
Halkbank konusunda görüşmeler başladı ve yakında somut olumlu gelişmeler olabilir.
Keza ve en önemlisi ABD’nin İran’a olan yaptırımda sekiz ülkeyi kapsam dışı bırakırken, Türkiye’nin de kapsam dışında olması Türk-ABD ilişkilerinin geldiği nokta açısından oldukça olumlu gelişmedir.
Herşeyin başlangıcının 12 Ekim ve Rahip Brunson’la ilgili mahkeme kararı olacağını söylemiştim.
Aynen de öyle oldu ve görüp, yaşadığımız bu gelişmeler ortaya çıktı.
Eş zamanlı olarak ülkemize ciddi finansal transferler de gelmeye başladı.
Dünyada nam yapmış, isim olmuş ekonomiye yön veren ve yatırım kompedanı kişi ve kuruluşlar peşpeşe ülkemizle ilgili olumlu açıklamalar yapmaya başladı.
Bu bağlamda, başlayan finans akışı sene sonuna dek hız kesmeden devam edecek kanaatindeyim.
Hatta Ocak-2019 ile birlikte yılın ilk yarısında 40 milyar dolar civarı bir paranın yatırım içerikli olarak geleceğini duyumsadım.
Ekonomik ve finansal düzelmeye dair bu yeni konseptin gelecek yılın ilk üç ayında ciddi pozitif etkileri olacağını düşünüyorum.
Bu iyileşmenin halka da hızla yansıyacağını söyleyebiliriz.
Cumhurbaşkanı’mızın da gözlerinde bu ümit ve pozitif gelişmeler ışığını gördüm.
Daha umutlu, heyecanlı ve ümitvar bakıyordu.
Tüm bu yaşananlar bize gösterdi ki; uluslararası ilişkilerde karşılıklı kazanca dair iletişim ve istişareler güven ve alış-verişe dayalı olursa pozitif sonuçlar peşpeşe gelebiliyor.
İnce diplomasi, akıllı ve akılcı adımlar, siyasi olayların ekonomiye yansımasına dair bilinçli refleks, her boyutta olumlu/olumsuz etkilerini gösterebiliyor.
Artık yeni dünya konseptinde hiçbir şey hiçbir şeyden bağımsız değildir.
Yaşadığımız siyasi, hukuki veya diplomatik olayların ekonomiye, iç siyasete ve bölgesel stratejilere ne çok yansıması olduğunu/olabileceğini bizzat yaşayarak gördük.
Tüm bu “
acı” deneyimler sonrası geldiğimiz nokta hata payımızı minimize hale getirdi.
Tabi ki hatasız olamayız.
Ama aldığımız derslerle hatayı “
en aza indirmek” bizim elimizdedir.
Ki, bunu geldiğimiz noktada en müşahhas şekilde müşahede ediyoruz.
Bu konuda Cumhurbaşkanı’mızın gösterdiği refleks, geldiği ve oluşturduğu güven algısı, kazan-kazan refleksinin tutarlılık arzeder hale gelmesi, bundan sonra da bu yaklaşımın ne kadar hayati öneme sahip olduğunu gösterdi.
Gördüğümüz ve yaşadığımız bu gelişmeler bizi asla rehavete düşürmesin.
Asla duygusal bir romantizme giremeyiz ve girmemeliyiz.
Başta ABD olmak üzere, hiçbir ülke ela kaşımız-gözümüz için bizimle bu ilişkiyi yürütmüyor.
Herkes her an değişebilir ve revize edilebilir bir diplomatik algıyla davranıyor ve buna devam edeceklerdir.
Hal böyle olunca biz de, bin düşünüp bir adım atmalı ve her adımımızı ince ince tartmalıyız.
Tamam, koşulsuz güvenmemeliyiz ama güvenilirliğimize de halel getirmemeliyiz.
Dikkatli ve kararlı olmalıyız ama köşeli olmamalıyız.
Küresel bakmalıyız ama lokalize ve mikro perspektifin de vazgeçilmezliğini idrak etmeliyiz.
Uzun vadeli milli politikalarımız, değişmez çizgilerimiz, tavizsizliklerimiz olmalı ama günceli, anlık değişimleri, bölgesel refleksleri de asla gözardı etmemeliyiz.
Ekonomiye dışsal saldırıları, hasmane tutumları ve bize karşı ekonomik tetikçilikleri görmeli, bilmeli ve her dem hazırlıklı olmalıyız ama aynı zamanda içeride yapmamız gereken vecibeleri ve direnç artırıcı çalışmaları asla
unutmamalıyız.
Kur krizinde yaşadığımız gibi; “
dışardan saldırı var” diyerek kötüleşen ekonomiyi tolereye çalışmamalı ve sadece buna sığınamayız.
Mutlaka ve mutlaka yolsuzluk, israf, gider artışı, tasarrufsuzluk vb. gibi konularla ilgili “
öz direncimizi” artırıcı adımları atmaya ve donanım edinmeye mecbur ve mahkumuz.
Acı deneyim veren yaşadığımız krizlerden ders almalıyız ve gelecek sürece dair “
kriz hafızası” mesabesinde hazırlık arşivi oluşturmalıyız.
Ülkemize ekonomik ve siyasi saldırı, sadece ne bugün oldu ne de yarın olmayacaktır, diyemeyiz.
Yarın birgün yine geleceklerdir, saldıracaklardır.
Asla da durmayacaklardır.
Peki bu durumda biz ne yapmalıyız.?
Birincisi, “
ders” çıkartmalıyız.
İkincisi, her dem “
hazırlıklı” olmalıyız.
Üçüncüsü, “
hafıza” oluşturmalıyız.
Dördüncüsü, saldırılara dair “
zaaf noktalarımızı” giderici ve güçlendirici, ekonomik adımlar geliştirmeliyiz.
Aksi takdirde saldırı yine gelir; aynı türden kriz aynı ve artan negatif hasarlara devam eder.
Biz de çektiğimiz sıkıntıyla, verdiğimiz tavizle kalırız. Bu ise gelecek çok yılımızı ipotek etmek olacaktır.
Tüm bunların ışığında, “
yeni bir bilinç, idrak, azim ve akılla” hareket edersek; başlayan bu olumlu sürecin pozitif etkileri artarak devam edecek ve ülkemiz için, daha güzel gelişmeler ortaya çıkacaktır.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.