Donanma ve Oruç Reis Ege'de, Meis açıklarında…

Zaten Türkiye kokuyu almıştı ve daha öncesinde Rodos ve Meis Adaları arasında kalan deniz bölgesinde hidrokarbon araştırmaları başlatılacağı gerekçesiyle bölgeye Oruç Reis gemisini gönderip NAVTEX (Denizcilere Duyuru) ilan etmişti.

Bu durum Yunanistan'ca büyük tepkiyle karşılanmış ve neredeyse bölgede savaşın eşiğinden dönülmüştü.

Araya Almanya girdi ve diplomatik görüşmeler başlatılması için Türkiye Oruç Reis gemisini bir ay süreyle geri çekti.

Fakat sonrasında Yunanistan durmadı ve deniz sınırı bile olmayan Mısır'la malum anlaşmayı imzaladı.

Bu, Yunan yönetiminin iyi niyetten ne kadar uzak olduğunun ve anlaşmazlığı tercihinin delaletiydi.

Özetle Yunanistan bildiğimiz Yunanistan ve değişen hiçbir şey yok.

Mısır'a gelince;
Haddi iyice aşmaya başladı.

Tıpkı Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölgemizde ve hatta alakasız coğrafyalarda bile, doğal bir Türkiye karşıtlığı ve düşmanlığı sergiliyor.

Yunanistan'la da bu art niyet ve Türkiye hasımlığıyla bu anlaşmayı imzaladı.

Artık kararlılık zamanı.
Bunun gereği de sahada fiili güç.

Diplomatik akıl ve akılcılığı da denklem dışına itmeden, duygusallıktan uzak bir refleksle; hard power denen askeri güçle, sahada güçlü olmak.

Dünyanın geldiği hal ne yazık ki, bunu iktiza ediyor.
Hal ve ahval böyleyken Türkiye ne yapıyor…

Her türlü alternatifi masada tutarak yaptığı istişare ve değerlendirmeler sonrası Oruç Reis gemimiz yeniden bölgeye gidecek. Meis'in güneyinde ara verdiği petrol ve doğalgaz arama faaliyetlerine yeniden başlayacak.

Ancak Oruç Reis'e bu sefer 45 parçadan oluşan Türk Donanma gücü eşlik edecek.
Aldığım duyumlarca askeri, siyasi ve diplomatik açıdan söz ve ağız birliği mevcut.
Hükümetin, askeri ve diplomatik yetkililerin bu tavır ve tutumu isabetli mi.?
Kesinlikle evet…
Amaç savaş değil elbette…
Ama gerekirse de savaşılacak gibi hazırlık yapılması ve hazır kıta hali, mutlak gerekli bir evre.
Çünkü sert gücün caydırıcılığına en fazla gerek olunan bir dönemdeyiz.
Artık biraz da Yunanistan düşünsün.
Keza Mısır…

Bu anlaşmayla amaçladığı kötülüğün geri teptiğini ve Türkiye'ye hasmane davranışın bedelini görmeli ve faturanın ağır olacağını yaşamalı.

Sadece Ege'de mi…
Hatırlarsınız...; Suriye'ye 150 asker göndermişti.
Bu konu da ihmal edilmemeli.
Artık ne tür bir taktik, strateji ve yöntemle olur bilemem ama; oraya asker gönderdiğine/göndereceğine pişman edilmeli.

Bir patlama mı olur, yerel güçlerce bir saldırı mı olur yoksa Rejim veya başka güçlerce yanlışlıkla mı vurulmuş olur, bilemem ama Mısır'a bir şekilde Suriye üzerinden Türkiye düşmanlığının bedeli ödetilmelidir.

Bu arada son zamanlarda Ortadoğu ölçekli yaşadığımız husumet ve düşmanlıkları görünce; Arap Mahallesine karşı ne kadar dikkatli olmamız gerektiği oldukça aşikar.

Din, millet, milliyet, ümmet gibi kavram ve olgular mutlak önemlidir.
Amenna…
Lakin devletlerin dostlukları duygusallık kaldırmaz.

İhtilaf ve ittifak oluştururken/oluşurken romantizm ve hislerle hareket edersek, bu durum bizi maceradan başka bir yere götürmez.

İslam, Hristiyan, Yahudi derken din birliği önemli bir birleştirendir.

Ama böylesi bir dönemde, Arap Mahallesi böylesi fitne ateşinin merkeziyken, yönetimler Türkiye düşmanlığıyla bezenmişken aklıselim ve akılcılık, birincil prensip olmalıdır.

Yoksa hüsran kaçınılmaz olur.

Sonuç olarak;
Hükümetin gerek Libya'da ve gerekse de Yunan-Mısır anlaşmasında gösterdiği tepki, yol, yöntem herşeye rağmen mevcut konseptde yapılması gereken ideal tepki ve tavırdır.

Bu noktada herkes ve hepimiz, hükümetin ve dolayısıyla devletin yanında bir ve beraber olduğumuzu dünyaya güçlü şekilde göstermeliyiz.

İhtilaf zamanı değildir.
İç siyasi saiklerle sırf muhaliflik olsun diye eleştirme zamanı hiç değildir.
Çünkü hepimiz aynı gemideyiz ve bu gemi Türkiye'dir.
Her şeye rağmen ittifak, daima ittifak ve tam ittifak zamanıdır.

Aramızda çıkacak aykırı ses, tefrika ve ihtilaf sadece siyasi iktidara değil; devlete, ülkeye ve milletin geleceğine halel getirir.

Not: Döviz yükseliyor. Kriz tellalları yine bağırtıya başladı.

Velev ki yanlış politikalarla bile olsa; sevinilir gibi bir tavır hiç hoş, şık ve kabul edilebilir değildir.
Çünkü olan bizim paramıza, bizim ekonomimize, bizim cebimize, bizim alım gücümüze olmaktadır.
Metanet ve sağduyu esas olmalı ve ülkesellik temelli bir refleks sergilenmelidir.

İktidar muhalifliği içinde neredeyse "… oh olsun, bakın işte ekonomiye. Perişan oluyoruz…" kabilinden sergilenecek tavır, iktidarı düşürmez ama düşmanı sevindirir. Olan ise hepimize olur…

Bu noktadan hareketle; hükümet ve ekonomi yönetiminin akıl ve akılcılığı esas alan bir rasyonalite içinde, ekonomi biliminin esasları muvacehesinde; Amerika'yı yeniden keşfe çalışmadan, ayakları yere basan, daha reel ve olabilitesi mümkün politikalar geliştirip uygulayacağı inancındayım. Ekonomik kuralları tersine çevirmeye çalışmak gibi maceraperest bir yol ve yöntemi mümkün görmeyecekleri kanaatindeyim.

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.

OGÜNhaber