"Bazen sık sık seçim olsa ne güzel olur" demekten kendimi alamıyorum.
Hemen ne alaka diyeceksiniz ama acele etmeyin, anlatacağım.
Katar'la/Arabistan'la/Birleşik Arap Emirlikleri ile ve hatta İsrail'le neredeyse tükenmiş ve bir daha onarılması zor bir iletişimsizlik içine girmiştik.
Kan/can/töre düşmanlığı gibi…
Ama ne oldu?
2023 yılına girilmişti ve Türkiye mayıs ayında bir seçim yapacaktı.
Diplomasi için seçim sanki bir sihirdi. Gerilen ipler/bozulan ilişkiler için zeytin dalları elden ele dolaşmaya başladı.
Ve bir şey oldu; başta Amerika olmak üzere, Almanya dahil Avrupa Birliği ülkeleri ve Körfez devletleriyle resmî /yarı resmî /gayrıresmî her türlü dirsek teması ve görüntüsel görüşmeler sahne almaya başladı.
Sonra ne oldu?
Bu diplomatik ilişkileri başlatan Ak Parti yine ve yeniden kazanarak 2028'e kadar ülke yönetiminde kaldı. Başka bir deyişle: 2024 yerel seçim sürecine muktedir olarak girmeyi başardı.
"Yalnızlık Allah'a mahsustur." sözünden hareketle Türk dış politikasında ortaya çıkan onurlu yalnızlığı terk ediş yaklaşımı iktidar partisinde oluşan "Uğurlu geldi-seçim kazandırdı." gibi bir inanış oluşturmuş olmalı ki yerel seçim öncesi de olağanüstü bir diplomatik trafik yaşanıyor.
Hele de Mısır'la yaşanan ziyaretleşme/görüşme/tebessümleşme ve yüzlere yansıyan nedametleşme aslında Türkiye'nin ve Ak Parti'nin bir diplomasisever olduğunun yüze vurumu/dışa vurumu gibi. Devamının da geleceğini düşünüyorum.
Başka?
Amerika ile F-35 ortaklığının bozulması gerginliği unutuldu, F-16 alım ve eldeki F-16'ların anlaşması yapıldı.
Peki, ne oldu da bu böyle oldu/bunlar olabildi?
Arkadaşlar!
Diplomasi denen şey öyle yüce/ulvî ve sadece uluslararası siyaset kitaplarında yazan teorilerden ibaret değildir.
Olaya basit/sade ve yalın bakalım.
Devletleri yöneten insanlardır.
O yöneticilerin yaptıkları ve yapmadıkları da diplomasi denen sihri ortaya çıkartır.
Ama burada bir şey var ki görünen/görünürlük arz eden ve kamuoyuna sergilenen diplomasinin çekirdeği/özü ve başlatanıdır.
Bunun adı: Arka kapı diplomasisidir.
Mesela: ABD'den gelen Demokrat Partili iki senatör Türkiye'ye geldi ve Sayın Erdoğan'la görüştü.
Görüşme oldukça verimli ve güzel geçti.
Önemli mi?
Türkiye ve iktidar için bence gayet önemli bir görüşme…
Peki, nasıl yapıldı derseniz bahsettiğim arka kapı diplomasi sayesinde…
Nereden mi biliyorum?
Naçizane benim de, yapılan görüşmelerde bir nebze olsun tuzum olduğu için biliyorum.
Böyle olur ve böyle başlar zaten, diplomasi denen fantastik süreçler.
Önce dostlar görüşür,
Sonra bir-iki yetkiliyle resmileşir,
Daha sonra ise bakan/başbakan/devlet başkanı düzeyinde görüşmelerle devam eder.
Sonuç:
Ben, her zaman "onurlu yalnızlık" söylemini sevmemiş ve bu ütopik yaklaşımdan uzak durmuşumdur.
Ben, "kazan-kazan" referanslı görüşmelerden yana olmuş ve en kötü iletişimin iletişimsizlikten daha iyi olduğuna inanmış biriyimdir.
Bunları bahsettiğim gelişmeler sonrası söylemiyorum.
Bundan on yıl önce "kutlu-mutlu-onurlu" diye dillendirilen ama bence bir geriye gidişten başka bir şey olmayan yalnızlık günlerinde de söylüyordum.
Arkadaşlar!
Seçime gidiyoruz ve kimse bana bu Türkiye'nin bir seçimidir ve başta Amerika ve Avrupa ülkeleri olmak üzere kimseyi alakadar etmez gibi fantastik/gerçeklikten uzak ve beylik laflar etmesin!
Diplomasi/uluslararası ilişkiler ve liderler arası iletişim bir ülkenin/Türkiye'nin seçimini öyle bir etkiler ki hem de dibine kadar…
Hem de kazanacak birini kaybettirircesine/kaybedecek birini kazandırırcasına etkiler!
Bunu söylerken de diğer ülkelerin sandığa manipülatif müdahalesinden kesinlikle bahsetmiyorum. Yapılan diplomasi ile oluşan olumlu/ olumsuz havanın kesinlikle oyların rengini etkileyeceğini söylüyorum.
Basitleştirerek söyleyeyim:
Fatih Erbakan ve Yeniden Refah Partisi,
Keza Dem Parti,
Hakeza "hür ve müstakilci" Akşener ve İYİ Parti neden böyle bir tavra büründüler?
"İttifak yorucu idi.
Çok eşli bir evlilik yürütmek gibi zordu!
Vallahi sıkıldık ve bu defa da tek başımıza seçime katılalım dedik." diye mi düşünüp böyle hareket ediyorlar!
Şimdiden söyleyeyim:
Kim nereyi kaybeder veya kim nereyi kazanırsa şu ana kadar bahsettiğim diplomasinin etkisi mutlaka olmuş olacaktır.
Mesela; İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya gibi uluslararası bilinirlik arz eden illerimizde ve deprem bölgesinde iktidarın başlattığı diplomatik atağın mutlaka ve mutlaka sandığa yansıması olacaktır.
Yani demem o ki Türkiye gibi bir ülke seçime gidiyorsa diplomasi ya da diplomasizliğin yukarıda bahsettiğim gibi oyların rengine etki etmemesi düşünülemez.
Bir noktayı yeniden belirtmekte fayda var. Söylediklerim sandık sonuçlarına dair değildir. Seçmen tercihlerinin nelerle ve nasıl değişebileceğine dairdir.
Seçim gecesi "Türk Halkı hür iradesiyle seçime gitti ve yerel yöneticilerini seçti" diyeceğiz ama "Bu sonuç nasıl ortaya çıktı." diye düşünmekten kendimizi alabilecek miyiz?
Alamayız ve düşüneceğiz çünkü seçmenin altı ay önceki tercihi ile kırk gün sonraki seçimdeki tercihi arasında ciddi değişiklikler olduğunu hep birlikte göreceğiz.
Hadi hayırlısı…
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.