Merhaba sevgili Ogün gazetesi okurları yeni bir haftada daha sizlerle beraber olmanın gururunu yaşıyorum. Bu hafta ''Bir Portre''de kimi yazayım diye çok düşündüm.
Birçok adayımın içinde seçim yapmaya çalışırken (mübarek kandil gecesi bugün) maneviyat olarak haz aldığım bazı ulvi kişilerden portre yapayım dedim ama sonra yaklaşan Ramazan ayında bunu daha dolu dolu yapacağımı düşünüp karar vermeye çalışırken aklıma bir sürpriz yapıp sizlere çok ilginç ''Bir Portre'' çizmek geldi.
Belki çoğunuz bu portremden dolayı beni yargılayacaksınız, hayvan severler de bu portremden sonra belki beni alkışlayacak ama yazarlık hep istenileni yapmak olmuyor biraz da kalemi serbest bırakıp şöylece dağınıklık yapmakta gerekiyor arada bir ve gelelim ağzımızdaki baklayı çıkarıp daha fazla sizleri şaşkınlıkta bırakmadan portreye başlamaya.
Bendeniz çocukluğumdan beri deli bir hayvan aşığıyım, tabi benden çok deli olanlarda yok değil onları görünce ben orta derecede bir hayvan aşığıyım diyebilirim.Çocukluğumda yani ilkokul çağlarımda rahmetli babama yalvararak eve köpek almak isterdim ancak annem evde hayvan beslenmesinin doğru olmadığını bakteri üretebileceğini üstelikte namaz kılınan bir evde özellikle köpek beslemenin zor olacağını söyleyerek, bir gün bahçeli evimiz olursa ne istersen besle derdi.
Ben bunu çok dikkate almaz kardeşimle beraber gizlice eve kedi ve köpek getirirdik ancak her seferinde yakalanır ve hayvanımız geldiği yere geri giderdi.
SEVGİ ENGEL TANIMIYOR
Baktık böyle olmayacak kedi ve köpekten vazgeçip eve 10 adet çift güvercin aldık.
Önce Beşiktaş'taki evimizin balkonda bu güvercinleri beslememize annem ve babam izin verdi ise de, bir zaman sonra apartmanın diğer sakinleri seslerinden hele yerlerine alıştıklarında gidip gelmeleri sırasında yaptığı pislikten rahatsız olunca bendeniz güvercinlerimle beraber kapıya kondum.(Bu tabi işin esprisi) Maalesef onları daha rahat yaşayabilecekleri bir arkadaşımın, lakabı da kuşçu Halil'di ona getirdim ve onun kuşlarının içine saldık. Halil'in ailesi normal bir gece kondu da oturduklarından sorunu yoktu ve ben her gün okuldan çıkıp doğruca Halil'in evine gidiyor saatlerce güvercinlerimi seyrediyordum. Onların da o kadar çeşidi var ki sormayın,(Kelebek, Mardin, Bursa, Bango,) her birinin ayrı bir özelliği vardır.
Kimi havada daireler çizerek oynar, kimi takla atar, kimi pike yapar, kimi çok daha diklenip nokta olur gökyüzünde onların sayesinde gökyüzünü sevip özgürlüğü yakaladım kendi çocuk dünyamda, inanın geceleri eve gelip yattığımda bile rüyamda onların üzerinde uçuyordum ve tüm İstanbul'u kuş bakışı seyrediyordum özgürce.
Sanırım bu güvercinler ben de aşırı güven ve özgürlüğün simgesi oldu ilerleyen yaşlarımda.
Genelde yaz aylarında babam bizi memlekete yani Kastamonu'ya getirirdi, annem bazen her yazda gitmeyelim biraz da başka yerleri gezelim dediğinde ben kıyameti koparırdım.
Oraya gittiğimizde Sarı Ömer köyündeki babamın can arkadaşı ve buranın ağası olan Nevzat Koçoğlu'nun çiftliğine giderdik doğruca, zira annemin ve babamın da tüm ailesi ve ailelerine ait köy ve çiftliklerde olsa fark etmezdi. Biz Kastamonu'ya geldikse ancak Nevzat amca ve eşi Nermin teyzeye ait evlerde kalabilirdik ancak bu bir gelenekti. Tabi onlar da İstanbul'a gelince yalnız bizde kalabilirlerdi.
Neyse ben Portremden uzaklaşmadan hayvanlar alemine geri döneyim ama bu arada Nevzat amca da Nermin teyze de rahmetlik oldu bu vesile ile onları da sevgi ve rahmetle anayım.
Ve işte Kastamonu Daday yolu üzerindeki Sarı Ömer Köyü ve Koçoğlu çiftliği benim için tam bir madendi zira orada ne ararsam vardı. Bir sürü inek, boğa, manda, at, katır,eşek, kuş, tavuk, hindi, kuzu, koyun ve köpek ile kedi... İşte benim dünyamdı burası 7 ya da 8 yaşında bir çocuktum ve burada geçirdiğimiz tatilin tamamını o hayvanlar aleminde oradaki bütün hayvanların prensi olarak tamamlardım.
Beni arayan ya tavuk kümesinde folluktan yumurtaları toplarken ya yardımcıların yanında inekten süt sağarken, ya tarla sürülürken sapanın başında boğa veya atların kendimce terini silerken ya çayda serinleyen mandaların tepesinde onlarla oynarken bulurdu.
Tabi onları o kadar çok seviyordum ki çocuk aklı ile istemeyerek onlara zararda verdiğim olmadı diyemem ama hiç biri tek gün inanın bana zarar vermedi.
KATIR SEYFİHiç unutmam adına Seyfi ismi koyduğum çok güçlü bir Katır'ın (genç kardeşlerimizden bilmeyenler olabilir, Katır at ile Eşek'in çiftleşmesinden doğan hayvandır ve attan biraz ufak eşekten büyük ancak çok güçlü bir hayvandır.) üstüne çıkıp dolaşmaya başladık. Yardımcılar aman küçük bey dikkat edin bir anda atabilir üstünden sizi dediler, zira katırlar genelde huysuz olurlar ve genelde yük taşımasında kullanılırlardı.
Ben kulak asmadım ve çiftlik içinde dolaşmaya devam ettim sonra bir ceviz ağacının altından geçerken Seyfi bir anda beni üstünden atıverdi yere düştüğümde Seyfi'ye çok kızmıştım öyle ya nasıl atardı prensini üstünden diye düşünürken Seyfi bir anda şahlandı.
Hemen ağacın dibinde bana doğru gelen bir yılanı olan gücü ile ayakları ile tekmelemeye başladı ve inanın ben korku ile ağlarken yılanın işini bitiren Seyfi yanıma oturup öyle bir baktı ki gözlerime bunun tek adı vardı o da sevgi... Aslında üstünden atmıştı beni ama esas amacı beni korumaktı sonra da, yılanı bertaraf etti ve yanıma çömelip hadi çık üstüme ağlama prensim seni gezdirmeye devam edeyim diyordu. Sakın gülmeyin ben 7 ya da 8 yaşında idim ama bunu çok net hissetmiştim. İkinci kez bir hayvan yüzünden ağladım o da 2 yıl sonra yine yazın geldiğimizde Seyfi'nin öldüğünü öğrendiğim zamandı.
Daha sonraki yıllarda Allah nasip etti ve İstanbul Kavacık'ta babam büyük bir bahçesi olan yazlık ev yaptırdı.
İşte o yıllar benim için en güzel yıllardı. Zira artık o çok sevdiğim hayvanlarımı sevmek koklamak onlarla yaşayabilmek için yazı beklememe gerek kalmamıştı ve Kavacık'taki evimizin bahçesinde tavuk, ördek, hindi, kaz, köpek ve güvercinlerim vardı artık.
İnanın 60-70 tavuğun her birinin 30-40 güvercinin her birinin de adı vardı ve inanın hepsi isimlerini biliyordu ve de ben hiçbirini diğeri ile karıştırmıyordum.
Renkleri bile aynı olan çok tavuğumu bakışından tanıyordum ve onlarla kesin aramızda bir bağ vardı. Hani bazıları aptal tavuk derler ya bu tabire ben hiç katılmıyorum. Belki beyinleri bizler kadar kuvvetli değil ya da yok ama yüce Allah onlara öyle bir duyu vermiş ki, siz yeter ki onları anlayabilin. Bu arada köpeklere de değinmeden geçmemek lazım, köpekler tıpkı atlar gibi bence çok özel hayvanlar ve tek kelime ile insana aşıklar.
Bugüne değin nerede ise 50'li yaşlara merdiven dayadım hiç tanımadığım en sert köpek bile bana zarar vermedi ve gidip onu sevdim, tabi birden değil ona yavaşça sokulup onun dostu olduğumu ve asla zarar vermeyeceğimi hissettirdikten sonra.
DOĞA KANUNUHayvanlar alemi aslında insanlar aleminin kopyası maalesef güçlü güçsüzü burada da eziyor buna hiçbir şey yapamayız zira doğanın kanunu, çok sevdiğim kedim yine çok sevdiğim kuşumu kapıp bir güzel yediği gün hem ağlamış hem de bu kuralın nasıl işlediğine şahit olmuştum.
Yine geçen yaz çok sevdiğim köpeklerim Koru ile Çiko bahçeye saldığım bir an benim bisküvi vererek beslediğim koca kirpimi yakalayıp birkaç hamlede boğduklarında öyle üzülmüştüm ki, Koru ve Çiko'ya uzun süre bahçe yasağı getirdiğimde her ikisi de yüzüme bakıp ''Ama biz onu zararlı bir yaratık sandık'' der gibi bakışlarını hiç unutmuyorum. Bizlerin yapması gereken ise onların birbirine ve özellikle insanların onlara en az zarar vermesini sağlayabilmek.
Ancak insanı bile sevemeyen insanlardan bunu nasıl bekleriz bunun cevabı da oldukça zor. Hayvanları bu kadar sevmeme rağmen ben vejetaryen değilim,ancak asla bir hayvanın da kesildiğini seyredemem ve kendi beslediğim bir hayvana da bıçak vurduramam.
Bendeniz bu alemin bir zamanlar prensi zannederken kendimi şimdi bu kadar iddialı değilim ancak yine onları çok seviyorum.
Elimden geldiğince onlarla dolu bir dünyada yaşamayı da tercih ediyorum şu günlerde bile en büyük mutluluğum yazın, Trakya'daki yazlığımızda ya da Kıbrıs'taki çiftliğimizde bulunan güvercin, tavuz kuşları, tavuklar ve köpekler ile hafta sonları geçirdiğim zamanlar beni mutlu ediyor.
İnanın onların da dört gözle beni beklediklerini biliyorum.
Bu sevgi sanırım biraz genetik zira yeğenlerimde şu sıralarda tüm zorluklara rağmen Jes isimli köpeklerini büyütmekle meşguller.
Hayvanları özellikle de köpekleri sevdiğinizi hissettirdiğinizde o sizden hep bir adım ilerde
gidiyor. Yine geçen yaz amcam Kıbrıs'taki Tobi isimli köpeğimizi sevmişti o da amcamı çok sevdi ve amcam dönene kadar hiç yanından ayrılmadı, daha sonra Tobi doğum yaparken ölünce uzun süre Tobi'nin öldüğünü amcama söyleyemedik. Zira amcam Kıbrıs dönüşünden sonra devamlı torunlarına bile Tobi'yi anlatıyor ve onların da ilk fırsatta görmelerini istiyordu, ancak bu gerçekleşemedi.
Onlar da bir şekilde doğup büyüyüp ölüyorlar yeter ki, insanlar tarafından katledilerek değil de doğal hayatları akışında gerçekleşsin bu..
GERÇEK SEVGİHayvanlar asla insanlara benzemezler onların sevgileri gerçektir.
Onlarda riya yalan yoktur, siz onları seviyorsanız onlar da sizi ölesiye severler.
Benim hayvanlar alemi ile yaşadığım bir çok enteresan hikayem mevcut ancak buna satırlarım yetmez.
O yüzden hem Allah'ın insanlara dost, koruyucu hata besin kaynağı (süt, yumurta v.s) olarak yolladığı bu güzel yaratıkları sevelim okurlarım. Güçlü olduğumuz için onları ezmek ve onları bir takım görevler için beslemek yerine onlarla dost olalım inanın buna çok açık şahit oldum yıllarda hayvanlar özellikle de köpekler ve atlar insana en yakın dosttan daha yakınlar ve onlar bizleri çıkarsız seviyorlar.
Hadi içinizden hayvanlar aleminden de portre yaptın ya demeyin ve hayvanlara bakışı farklı olan dostlar varsa bir an için onları sevmeyi deneyin inanın pişman olmayacaksınız. Tabi bu arada birçoğunuz senin anlattıkların ne ki kalemi eline alıp yazıyorsun bir de benim nasıl sevdiğimi bilsen diyenlerinizi de duyar gibiyim.
Hayvanlar alemi ile ilgili portremizi de burada sonlandırırken, haftaya yeni ''Bir Portre''de buluşmak ümidi ile sağlıcakla kalın... CRA 28.Haziran.2009 Pazar - 14:21:00