Biz neymişiz böyle! İçimiz rehavet dışımız kibir!

CHP’de ve CHP üzerinden yaşananları,
Tartışmaları,
Ve sergilenen agresif yaklaşımları manidar buldum ve şaşırmadım desem doğru olmaz.
Kim kime ne demiş,
Kim kimin yanında saf tutmuş,
Kim kime yakın olmaya çalışmış; bunlarla ilgilenmiyorum.
İlgilendiğim şey görüp gözlediklerim:
Rehavet ve Kibir…
Rehavet her türlü gelişmenin, daha iyiye gitmenin, başarının engeli,
Kibir ise her türlü bozulmanın, yozlaşmanın ve çürümenin sebebi…
Biri birinden beslenen iki kemirgen!
Biri diğerinin sebebi, biri ötekinin sonucu…
Toplumların da, devletlerin de, iktidarların da, partilerin de, şirketlerin de, bireylerin de maruz kalıp kalabileceği en berbat/ölümcül/kötü huylu bir hastalık!
Ak Parti yıllardır iktidar ve sanırım, bu halk 17 seçimdir hep birinci yaptı.
Ama bugün çok fazla sıkıntı yaşıyor ve sorunların çözümünde pek de başarılı olamıyor.
Parti içi sorunlara da, devletin/halkın yaşadığı problemlere de çare bulma konusunda eski refleksinden çok uzak!
Aslında bu beni fazla şaşırtmadı/şaşırtmıyor.
Çünkü uzun süre iktidarda kalmanın kaçınılmaz sonuçlarından birisi de “rehavet ve kibir” güdüsünün oluşmasıdır.
Türkiye bunu 1950-60 arası Demokrat Parti iktidarlarında yaşadı.
1983-91 arasında  -benim de şahit olduğum- Özal iktidarlarında da yaşadı.
Özal’ın, muhalefete karşı sergilediği küçümseyici yaklaşım,
Yapılan eleştirilere “…onlar küçük Turgut’la uğraşsınlar” şeklinde dile getirdiği aşağılayıcı ve kibir dolu söylem,
Ve “Anayasa’yı bir kere ihlal etsek ne olur ki” diyecek kadar hoyratlaşması ve sergilediği rehavet o devri yaşayanların hala hafızasındadır.
Bunları, görmüş ve yaşamış,
Son kırk yılda, siyaset sahnesinde görünen/görünmeyen pek çok şeye şahitlik etmiş birisi olarak Ak Parti’nin geldiği noktada yaşadığı kibri ve içine düştüğü rehaveti, doğrusu beklenen ve kaçınılmaz olan bir realite olarak değerlendiriyorum.
Ama asıl dikkatimi çeken ve beni şaşırtan CHP’de gördüğüm rehavet ve kibir oldu.
Tamam, Yerel Seçimlerde büyük bir başarı kazanmışsın,
47 yıl sonra ilk defa birinci parti olmuşsun, (Aslında bu durum büyük bir başarıdan ziyade 47 yıllık başarısızlığın tescilidir ama oraya girmeyeceğim)
Ama henüz daha işin başındasın!
Halk sana sadece bir kredi açmış ve gidişatını gözlemek istiyor.
Tıpkı şunun gibi:
“Adamın birisi bir köye giderken yol kenarında tarlada çalışan bir köylü görür.
Filanca köye ne kadar sürede varırım diye sorar.
Alnının terini silen köylü bakar bakar ve der ki;
Beyim,
Sen hele bir yürü; yürüyüşünü göreyim öyle söylerim…”

Vatandaşın da CHP’ye verdiği mesaj aynen böyle ama CHP’nin karar mekanizmasında olanlarda/bazı belediye başkanlarında, bazı yazar ve yorumcularında sanki iktidar olmuşlar da bir sonraki seçime hazırlanıyor rehaveti ve “artık kim tutar bizi!” kibri hakim!
Sadece bu da değil; sanki iktidar sırası kendilerine gelmiş ve bu kanuni bir kuralmış gibi, “kim Cumhurbaşkanı olsun” derdindeler!
Bir kesim İmamoğlu etrafında kümelenmiş,
Başka bir kesim Özel’in,
Diğer bir kısım ise Mansur Yavaş’ın…
Birbirlerine karşı da o kadar acımasızlar ki sanki birisi gözden düşünce Cumhurbaşkanlığı koltuğuna kendisine yakın olan oturacak!
Arkadaşlar!
Bu neyin rahatlığı ve bu nasıl bir kibir!
Genel Başkan Özgür Özel’e bakıyorum; adam çırpınıyor,
Adeta “sakin olun beyler/daha bir şey kazanmadık! Daha işin başındayız/işimiz, verilen siyasal krediyi boşa harcamamak!” dercesine konuşuyor/anlatıyor/koşturuyor/çabalıyor ama nafile!
İçine düşülen rehavet tehlikesinin sanki bir tek o farkında!
Kimse dinlemiyor ve Uhud savaşında ganimete hücum eden okçular misali sosyal medya üzerinden biri diğerinin kuyusunu kazıyor!
Açıkçası Özgür Özel’den bu performansı beklemiyordum,
Adam oldukça iyi gidiyor/ayakları yere basar şekilde siyasal realiteyi ve seçim sonrası ortaya çıkan siyasal atmosferi doğru irdeleyip oldukça gerçekçi değerlendiriyor.
Ama öte taraftan İmamoğlu’na ve yandaşlarına bakıyorum; Özgür Özel’in itina ile kullandığı krediyi har vurup harman savuruyor.
Sanki “Dik dur eğilme/Seyahate git özel Jetle” denmiş gibi geçen ay İtalya seyahati ile ilgili yapılan eleştirilere kulak asmaksızın “Haydi bir daha” dercesine Almanya’ya gidebiliyor.
Efendiler!
Farkında mısınız; israf yapıyor diye iktidarı eleştiriyordunuz ama daha iktidar olmadan eleştirdiklerinize benzemeye başladınız.
Sizce, millet “daha iktidar olmadan böyle yapıyorlarsa, bir de iktidar olsalar neler neler yaparlar!” diye düşünmeyecek mi!

Biliyorsunuz,
Son birkaç yıldır küresel çapta yaşanan ve neredeyse önümüzdeki elli yılı belirleyecek yeni dünya düzenine dair yazılar yazıyorum.
Bir plan olduğunu,
Acımasız ve tavizsiz şekilde sürdürüldüğünü,
Dünyanın herhangi bir bölgesinde olan herhangi bir olayın tesadüfen ve spontane olmadığını söyledim durdum.
Mesela geçen gün Karadağ/Bosna/Arnavutluk/Hırvatistan’ın Akdeniz kıyısında elektrik kesilmesi,
Geçen ay helikopteri düşen ve hayatını kaybeden İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin bir anda gündemden düşmesi ve bugün Hizbullah Lideri Nasrallah’ın Güney Kıbrıs’ı tehdit etmesi,
İsrail’in Gazze katliamı ve Netanyahu’nun gözü dönmüşlüğü devam ederken savaş kabinesinde çıkan ihtilaflar,
Amerika’nın, ülke siparişlerini ve hatta parası ödenmiş siparişleri iptal ederek, hazırda bulunan bütün Patriot hava savunma sistemlerini Ukrayna’ya vereceğini söylemesi,
Rusya lideri Putin’in bir anda Kuzey Kore’yi ziyaret ederek ilginç mutabakatlar imzalaması,
Falanca ülkedeki yönetsel istikrarsızlık,
Filanca devletin yaşadığı ekonomik kriz,
Feşmekanca bölgeden Batı’ya doğru akın eden sığınmacılar,
Vs. vs…
Tüm bunlar sizce hayatın olağan akışı içinde cereyan eden durum ve gelişmeler mi…

Şu soru aklınıza gelebilir:
Tamam tamam da, bizde yaşananlar ve yukarıda “rehavet ve kibir” diyerek bahsettiğin durumlar, bazı güçler/bazı akıllar/Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak isteyen bazı yabancılar tarafından yapılıyor veya tetikleniyor olamaz mı?

Olamaz arkadaşlar, olamaz!
Kusura bakmayın ama hem şeytana uyup hem de şeytanı suçlamak sadece bizim ülke/bizim insanımız ve galiba coğrafyamıza mahsus bir şey!
Eğer öyle bile olsa, demek ki bizim irade ve inisiyatifimiz yok ve gazla çalışan bir toplumuz!
Eğer öyle ise, uydum akıllı bir milletiz ve kimse kalkıp da “dış güçler şöyle yaptı, böyle etti” demesin ve başkalarını suçlamasın!
Her şey ortada Arkadaşlar!
İmamoğlu Almanya’ya özel jetle gitmese kafasına mı vuracaklar!
İktidarın bakanları, özel uçaklara binmese iktidar ellerinden mi alınacak!
Muhalefet kibir göstermese “özgüvenin eksik/senden iktidar olmaz” mı diyecekler!
İktidar, israfta bulunmasa/kamusal tasarrufu artırsa/devlet malına kendi malına gösterdiği özeni gösterse “ne kadar cimrisin veya bal tutuyorsun ama parmağını yalamayı bile bilmiyorsun/çok safsın çok” mu diyecekler!
İnanın, aslında artık öyle bir noktadayız ki var olanların yönetmemesine de/kötü yönetmesine de, yönetime talipli olanların daha yönetime gelmeden mevcutlardan daha beter hale gelmesine de ve bu toplumun tüm bu olanlara sessizliğine/tepkisizliğine de şaşamıyorum!
Galiba bu ve benzeri örnekleri öyle çok yaşadık/yaşıyoruz ki şaşırma duygumu kaybettim!
Demek ki biz buyuz ve böyleyiz.
Kendi irade ve tercihimizle rehavet batağında kibir çamurunda debelenirken; utanmasak, “eğer kullanmamızı istememiş olsaydı Allah bu rehavet ve kibir güdüsünü verir miydi!”  ya da “Allah istemeseydi/kaderime yazmasaydı rehavet ve kibre girer miydim!” diyerek , kusuru/hatayı/suçu Allah’a havale edeceğiz!
Aynı arkadaş aynı,
Konu rehavet, konu kibir, konu muktedirlik, konu koltuk olunca; sağcısı/solcusu, muhafazkarı/seküleri, şehirlisi/köylüsü,
İktidardaki/muhalefetteki, seçim kazanan/seçim kaybeden arasında hiçbir fark yok!
Hemen her konuda ayrı düşenlerin/farklı düşünenlerin ve birbirine benzemezlerin tek benzedikleri ve ittifak ettikleri nokta bu; rehavet ve kibir!..
Kimse kızmasın ama realite böyle!
Başka da sözüm yok!..



Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.

OGÜNhaber