Bakkallar, neden yeniden açılmaya başladı..?

Sanki o bakkal dükkanında doğmuş, orada büyümüş ve hep orada öylece duracak.

Kimseyi eli boş göndermezdi.

Bazen borçları çeviremezdi ama kimseyi de geri çevirmezdi.

Bakkal Amca’lar bizden biriydi, evimizin bir ferdi gibiydi.

Varlıkta da yoklukta da onlar hep aynı yerdeydi.

Aynı zamanda, muhitin hafızası idiler.
Her şeyden bir şey bilirlerdi.
Mütebessimdiler.

Bakkal amcalar geleneğimiz, kültürümüz ve amatör ruhumuz idi.

Bir Bakkal dükkanı sadece alışveriş yapılan bir yerden çok öte idi.

Eliyle verirken, gönülden verirdi.

Hele bakkal önlerinde, kaldırımlarda ahşap iskemlelerde muhabbet bir başkaydı.

Bu insanların dükkanları minicik de olsa gönülleri koskocaman idi.

Bakkallar varken, devrin ruhuna uygun kallavi insanlar da vardı.

Vakur, dik ve beyefendiydiler ve onur nedir iyi bilirlerdi.

Sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi” prensibiyle hareket ederlerdi.

Gelirler Bakkal Mehmet Amca’ya, “veresiye defterini ver bana” derler tüm borçları öderlerdi.

Ayşe teyze ıkına sıkına gelip, “Mehmet Efendi borcumuz da kabarık ama ekmek almalıyım” deyince; “Borcun yok Ayşe Teyze, defter gitti” denirdi.

Bakkallarımız, psikolog gibiydiler.

Müşteri kapıdan girerken onun ruh halini bilirlerdi.

Ve aynı zamanda, ekonominin de atan kalbi ve barometresiydiler.

Çoluk, çocuk, genç, yaşlı herkesin uğrak yeriydi, Bakkallar…

Ama sonra tüketimsel bir deprem oldu, fırtına koptu ve Bakkallarımız teker teker kepenk kapatmaya başladı.

Artık marketler zinciri,  AVM’ler oluşmaya başlamıştı.

Nakit veya kredi kartıyla alışveriş devrine girmiştik.

Değişiyorduk, dönüşüyor ve hatta başkalaşıma uğruyorduk.

Çünkü değişen sadece alışveriş tarzımız değil, aynı zamanda geleneğimiz ve geleceğimiz idi.

Materyalize oluyorduk.

Artık “ne kadar ekmek, o kadar köfte” devri başlıyordu.

Değerin, cebindeki para ve kart kadardı.

Yoksa yoktu.

Veresiye defterleri, yerini post cihazlarına bırakmıştı.

Her geçen gün bu alışveriş alışkanlığımız  ilerledi.

Maddiyat, para ve kimsenin kimseyi tanımazlığıyla geliştikçe gelişti.

Kendindenliğimizi kaybediyorduk.

Artık Güleryüzlü Bakkal’ların yerinde yapmacık tebessümle,  ürün satışını maksimize etmek isteyen  acımasız tüketim piyasasının ekonomik tetikçileri vardı.

Dün bir haber okudum.

Bu yazıyı yazmama vesile bir haber;

“Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken, geçen yıl en çok açılışın 21 bin 836 iş yeriyle büfe ve bakkal… meslek kolunda yapıldığını bildirdi.”

Aslında ne demekti bu.?

Bakkallık nostaljisi ve/veya mahalle kültürü maneviyatına dönüş mü idi.

Yoksa tarih ve geleneği mi canlandırmaktı.?

Maalesef hayır.
Bu bir zorunluluktu.
İnsanımızın çaresizliğiydi.

Alım gücünün düşmesi ve cebindekiyle, asgari giderlerinin örtüşmemesiydi.

Mutfağın açık vermesindendi.
Kredi kartlarının patlaması  veya boşalması idi.
Günümüz marketlerinde veresiye yoktu, çünkü.
Umut oldu yeniden, Bakkal Amcalar.
Ekmeğe umut,
Aşa umut,
Sofraya umut,
Açlığa umut,
Hanelere umut…

Tüm yetkililere sesleniyorum.

2018’de ve özellikle ikinci yarısında açılan bakkallar otantik bir felsefenin tezahürü değildir.

Marketlerden, AVM’lerden, internet alışverişlerinden sıkıldım ve artık biraz nostalji yapalım konforundan da değildir.

Çaresizlik, imkansızlık ve genel ekonomik parametrelerdeki negatiflikten kaynaklı ve asgari doygunluk standardı için mecburiyet babında ortaya çıkan bir olgu ve gerçekliktir.

Ülke büyük şehirlerden, büyük şehirler lüks semtlerden ve hatta lüks semtler lüks cadde,  cafe,  pub, moda tesettür mağazaları ve içe kapanık/soğuk suratlı/suratsız  AVM’lerden ibaret değildir.

Gözümüzü açıp bakalım ve görelim.

Ummadık muhitte bile bakkal açılıyor ise; bunun nedeni veresiye alma durumuna düşmüş onbinlerin/yüzbinlerin varlığıdır.

Allah kimseyi gördüğünden geriye düşürmesin” derler.

Ama ne yazık ki; gördüğünden geriye düşenlerin çoklaştığını görüyor olmak iç acıtıcı bir durum.

Tez zamanda buna bir çare.

Günün sonunda insanlar eve ekmek için markete uğrayamıyor.

Markete gidemediği için de bakkallık yeniden ihtiyaç oluyor.

Bu ise, geldiğimiz çaresizlik noktasının en aşikar halidir.

“Ne olacak ki” demeyin sakın.

“Ekmek” sadece buğdaydan yapılan “somun”dan ibaret değildir.

Ekmek bir semboldür.

Yoksulluğun da yoksunluğun da göstergesidir, ekmek.

Özellikle alt gelir grubu insanlarımızın “ekmeğiyle” oynamayın.

İnanın bu öyle vahim bir durum ki; toplumsal sinir uçlarının zıplaması, kızgınlığın artması, kaybedecek bir şeyi olmayan insana dönüşmenin en önemli ölçütüdür.

Daha önce de söyledim; kaybedecek bir şeyi kalmayan insan, en tehlikeli insandır.

Sosyolojik patlamanın sokak hareketlerinin, kitle algılarının oluşması, insanların provoke ve manipüle edilmesinin en temel kıstasıdır; ekmek/ekmeksizlik.

İnanıyorum ki; Sayın Cumhurbaşkanımız gibi yoksulluğu, fakirliği, çaresizliği ve imkansızlığı bilen, yaşayan birisi bu durumu gözlemliyor, düşünüyor ve çare formülleri üzerinde çalışıyordur.

Özellikle “ekmek” olgu ve algısının, toplum için ne kadar derin anlamlar ihtiva ettiğinin bilincindedir.

Ve bakkal açılmasına sebep olan acziyet ve zaruretin ortadan kaldıracak, insanlarımızın alım gücünü artırıcı önlemlerle yeniden ekonomik kalkınmaya ivme kazandıracaktır.

Bu konuda herkese, hepimize ve özellikle ekonomi yönetimine ve kurumlarına büyük görevler düşüyor.

“Cumhurbaşkanı’mız nasılsa her şeyi düşünür” rehavetinden bir an evvel kurtulmalıyız.

Onunla beraber taşın altına elimizi sokmalı ve bu darboğazdan elbirliğiyle çıkmalıyız.

Aksi takdirde, düşünmek bile istemiyorum ama; toplumsal sinir uçları galeyana yatkın bir noktaya öyle hızla gidiyor ki...

Herkes, hepimiz bunun altında kalırız.

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar..
OGÜNhaber