Yeri ve vakti gelince çekilmek haysiyetlice bir davranıştır.
Çekilmen gereken zamanda çekilmeyi bilmezsen, çekilmek zorunda bırakırlar, çektirirler.
İşte böylesi bir çekilme/çektirilme, zillettir, zelil eder.
Hani der ya Namık Kemal;
“
Çekildik izzet-ü ikbal ile bab-ı hükümetten” diye…
Türk Siyasetinde bugünlerde tam da böylesi bir duruma tanıklık ettik.
Yazık, çok yazık…
Bre Abdullah Gül…
Milletvekili oldun.
Bakan oldun.
Başbakan oldun.
Cumhurbaşkanı oldun.
Bir “
fani”nin gelebileceği her makama geldin.
Daha ötesi yoktu artık.
Ama sen; otuz yılda oluşturduğun siyasi kişiliğini berheva ettin.
(Sayın Gül’ün siyaset yapışını oldum olası sempatik bulmadığımı söylemeden geçemeyeceğim)
Kendini akil, alemi biakıl sanırsan olacağı budur.
Hem İsa’ya hem Musa’ya yaranmaya çalışırsan geleceğin nokta budur.
Vefa'yı İstanbul’da bir semtten ibaret görürsen yaşayacakların budur.
Bir insan, ancak bu kadar kötülük edebilir kendi kendine
Hırs mı, ihtiras mı yoksa kin mi, garez mi…
Nedir seni bu noktalara getiren.!
Açıklama yapıyorsun bir de…!
“
İttifak oluşsa idi aday olurdum” diyorsun.
Kime ve neye karşı ittifak sayın Gül.
Yahu bir kahvenin hani kırk yıl hatırı olurdu.
Geçtik hatırı…
Kendini de mi düşünmedin.
CHP’nin, seni kendi mahallesine kabul edeceğini mi sandın.
Bunlar 2007’de seni Cumhurbaşkanı yapmamak için her türlü tezvirat ve belden aşağı vuruşu yapmadılar mı.
Senin verdiğin resepsiyonlara bile katılmaktan imtina etmediler mi.!
Sana dün yapılanları unutup, onlarla saf tutmaya kalktın.
Peki saflarına aldılar mı seni.!
Yahu Sayın Gül; Fatih Mehmet’in kardeşi Şehzade Orhan’ın iktidar ve ihtiras uğruna Bizans’a sığınmasını da mı hiç düşünmedin.
Eeee… ne oldu peki şimdi.!
Senin safındakilerin gözünden düştün.
Kendilerinden olmak istediklerinin de gözüne giremedin.
Otuz seneyi otuz günde imha ettin.
Siyaseten intihar örneğiyle tarihe geçtin.
Erdoğan ve AK Parti’yle ilgili ihtilafına dair belki haklı gerekçelerin bile var olabilir.
Ama vatandaş bunları bilmez, görmez, anlamaz.
Kapalı kapılar ardında sizin ne konuştuklarınızla ilgilenmez.
Kendi gördüğüne ve algıladığına bakar.
Gördüğü ise; -maalesef ki- sinsiliktir, yol arkadaşını yolda bulduklarına değişmeye kalkmaktır, satıştır.
Sen ne kadar feryat edip; “
sizin bilmedikleriniz var. Bu tasarrufumda haklı gerekçelerim var. Ben mecbur kaldım da, karşı saftakilerle iş tutmaya çalıştım” diye haykırsan da; seni kimse ne anlar, ne hak verir ve ne de senin meşruiyetine inanır.
Adeta, “
yaşandı bitti, saygısızca” dercesine, finalledin ve siyasi mevta oldun.
Bir söz vardır, söylemeden geçemeyeceğim; “
Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen; hem yolunu kaybedersin, hem dostunu…”
Ve bir şarkı sözü;
“
Alçaklara kar yağıyor üşümedin mi,
Sen bu işin sonunu düşünmedin mi…”
Bu arada Sayın Gül, “istemem yan cebime koy” politikası yaparken de, hiç boş durmamış.
ABD’de çeşitli odaklardan gaz aldığını işittim.
ABD ve İngiltere’de bazı grup ve mahfillere onay ve destek haberleri yolladığı duyumlarını aldım.
Ve hatta; yeni dünya düzeninde, “
küresel akıl” mesabesinde birilerince reddedildiğini de işittim.
Tüm bunların sonrasında, 25 Nisan’da sosyal medya hesabımdan Gül’ün aday olmayacağını/olamayacağını ve “
aday değilim” diye açıklama yapacağını söyledim.
Çünkü Sayın Gül, sonu olmayan ve hedefe ulaşamayacak bir maceraya kapılmıştı.
Maceranın sonu hüsran olacağı baştan belliydi.
Öyle bir süreçten geçiyoruz ki; oyun içinde oyun oynanıyor.
Masumane siyasi manevra gibi görünen adımlar aslında öyle komplolar, sinsilikler ve ülkeye tuzaklarla dolu ki.!
Kesinlikle görünüşe aldanmamak lazım.
Kim ne yapıyor, yapmak istiyor. Kim haktan yana ve haklı. Kim kimin değirmenine su taşıyor diye görmek istiyorsak; gözümüzü dışarı çevirmeliyiz.
Perde gerisinde hasımlar öyle çok ki…
FETÖ, PKK/YPG, ABD NeoCon’ları, AB ülkeleri, Yahudiler….
Daha kimler kimler…
Ellerini ovuşturarak ülkemizde bir siyasi kriz bekliyorlar.
24 Haziran seçimlerini zehirlemek için her türlü çabayı sarfediyorlar.
“
Demokrasi özgürlük insan hakları, hak-hukuk-adalet” gibi afili, fiyakalı ve herkesin üzerinde hemfikir olduğu kavramlar üzerinden geliyorlar.
Halbuki amaçları ne hak, ne hukuk ve ne de adalet.
Asıl amaçları; varsa-yoksa Türkiye’nin zayıflaması, gelişmemesi ve peyk bir ülke haline gelmesidir.
CHP’nin manevraları da,
Temel Karamollaoğlu’nun tilki’msi atraksiyonları da,
Abdullah Gül’ün sureti haktan görünerek kifayetsiz muhterisane ihtirasları da,
Akşener’in kendini dev aynasında görmesi de,
Arkasında büyük hesap ve oyun barındıran durum ve olgulardır.
Akıllı olmalıyız.
Görünenin arkasını görmeye çalışmalıyız.
Kurulan tezgahları farketmeliyiz.
Erdoğan üzerinden devleti zayıflatmaya matuf adımlara ve manevralara asla fırsat vermemeliyiz.
24 Haziran dönemecini de aştığımızda inanın çok daha güzel olacaktır.
Yeter ki; kısa vadeli, günübirlik siyasetlere kapılmadan ve içeriye hapsolmadan geleceğe bakabilelim.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.