Sağcı, solcu, laik, dindar, muhafazakar, modern, asker, polis,devlet, halk elele, kenetlenerek tehlikeyi bertaraf etti.
Peki, bundan sonra ne olacak?
Bir kere, öncelikle bu travmayı daha fazla devam ettirmeden, bir an önce normalleşerek hayata devam etmek gerektiği kanaatindeyim.
İkincisi ve önemlisi; devletin, yurttaşların akl-ı selim ve soğuk kanlılıkla olaylara bakıp, değerlendirmek ve davranmak zorunluluğu kaçınılmazdır.
Öfke, kin ve intikam duygularından arınmış olmak gerekir.
Bu duygular her alanda, hatta özel yaşamımızda dahi yanlış kararlar almamıza, yanlış adımlar atmamıza neden olur.
Hayatımızda da, yönetimde de, nerede ne zaman olursa olsun, radikal kararlar almadan önce, sükunete ihtiyaç vardır. Yeterli bir süreyi sükunet içinde geçirmek gerekir.
Telaş ve panik yanlış kararların temel nedenidir.
Bu biyolojik bir gerçektir. Beyin panik ve telaş anında doğru çalışmaz, verileri doğru değerlendirmez.
Bir şeyleri yapayım, onarayım derken diğer taraftan onarılması zor yada imkansız zararlara yol açabiliriz.
O yüzden sükunet, sükunet, sükunet ve akl-ı selim.
Gelelim öncesi, esnası ve sonrasına.
Öncesinde ikiye bölünmüş bir toplum olduğumuz yadırganamaz bir gerçek.
Bu her kes için böyleydi. Biz ve onlar.
Ne taraftan bakarsanız bakın biz ve onlar vardı.
Laik- dindar, sağcı-solcu, Sünni-Alevi, modern-muhafazakar, kapalı-açık, batıcı-oryantalist, Cumhuriyetçi-Osmanlıcı. Bu ayırımları çoğaltabilirsiniz.
Bu her toplumda vardır ama biri yek diğerini vatan haini, kendi yaşam ve düşünce tarzı için bir tehdit, düşman olarak görmez, algılamaz. Öyle de olmamalı zaten.
Bu kalkışma esnasında ve kısa bir süre sonrasına kadar izafi olarak ortadan kalkmış gibi göründü.
Ancak şimdilerde, sokakta edindiğim izlenim şu:
Dindar ve muhafazakar kesim, bu kalkışma sonrası bir tuhaf davranış edindi.
Bu davranış, siyasetin tepesinde gördüğümüz ve tam da ihtiyaç duyduğumuz, birlik beraberlik ruhunun tam tersi.
Bu kalkışmayı engellemeyi tamamen kendine maletme hali. Sanki “Bu memleketin gerçek sahibi biziz, diğerleri bu topraklarda barınmalarına izin verdiğimiz ikinci sınıf vatandaşlar“ havasında bir burun kalkıklığı içerisindeler.
Tekrar ediyorum. Siyasette, epeydir özlediğimiz, barışcıl, birleştirici havanın tam tersi.
Bu radikal kesim için modern, laik, cumhuriyetçi, demokrat insanlar, Suriyeli göçmenlerden bile daha değersiz neredeyse.
Bu şimdilik önemsenmeyecek bir kesim ama yine (Fethullah Gülen’de olduğu gibi) önceden uyarayım, sayıları giderek artmakta ve ileride başka bir tehlike oluşturabilirler.
Bu kesim, bu darbe girişimi, kalkışmanın dine ve dindar hükümete karşı yapıldığını zannediyor.
Oysa kalkışanlar da dindar olduğunu iddia ediyor.
Evet hükümete karşıdır ama dine değil.
Bu kesim demokrasinin yalnızca kendi özgürlüğü olduğunu düşünüyor.
Kendi özgürlüğün için verilen mücadele, kurtuluş mücadelesidir.
Kendin gibi olmayanlar için verdiğin mücadele, demokrasi mücadelesidir.
Bu kesimin içsel coşku ve egosunu indirmek siyasetin en tepesinde ve bu tabana hitap eden kişilerin elindedir.
Yoksa bu dalga giderek büyüyecek.
Konuşma ve davranışlardaki ayrıntılar dikkattimi çekiyor ve böyle düşünmeme neden oluyor.
Yıllardır ‘Böl ve Yönet’ sistemi uygulanan ülkemizde- ki biz de buna pek teşneymişiz- şimdi yeni bir bölünme var. Cumhuriyetçiler ve Osmanlıcılar.
Bu ülkeyi kurtaran ve yeniden kuran birleştirici ruh kim ne derse desin Kuvayi Milliye ruhudur. Ama gel gör ki bu unutturulup Çanakkale ruhu diye bir söylem şu sıralar dillere dolanmış vaziyette.
Çanakkale elbette önemlidir. Elbette muhteşemdir. Ama bir kurtuluşu getiren, bir varoluş sağlayan değil, bir işgali geciktiren savaştır. Osmanlı dönemine aittir.
Kuvayi Milliye Anadolu’da yaşayan tüm insanların top yekün haykırışıdır.
Bunu da geçelim. Bu da ayrı bir tartışma konusu.
15 Temmuz kalkışması; devleti ele geçirmek için planlanmış bir şey değil bana göre.
Çünkü bu örgüt zaten 500.000 kişilik sivil, bürokrat ordusuyla devleti ele geçirmiş zaten. Çünkü devlet bürokratlardan oluşur.
Bana göre, stratejisini analiz ettiğimde çıkan sonuç şudur:
Doğrudan Cumhurbaşkanını ele geçirip ve belki katledip, bunu da laikler yaptı süsü verip (Çünkü, ordu=laik. Öyle olmadığı görüldü) iç kargaşa, iç savaş çıkartıp bu kargaşadan yararlanmaktı.
Şimdi bunlar devletten ayıklanıyor.
Ama başka bir tehlike söz konusu.
Diğer tarikatlar ve cemaatler aportta bekliyor.
Çünkü her boşluğun başka bir şeyle dolacağını biliyorlar.
Onlara yol verilirse ileride yine aynı tehlike söz konusu olacaktır ve bu kez ‘kandırıldık’ demek anlamlı olmayacaktır.
Bu coğrafyadaki tüm tarikat şeyh ve liderleri çağdaş Türkiye’nin düşmanıdır ve insanları sözde dinle kandırmakta olan bir eli yağda bir eli balda ajanlardır.
Osmanlı’nın son ikiyüz yılına da bunlar hakim olmuş ve Osmanlıyı içeriden çökertmiştir.
Cumhuriyet bunları temizlemiş, ancak 1950 lerde ‘Köy enstitüleri’nin kapatılması ile Anadolu insanı bilimden, sanattan, akılcılıktan uzaklaştırılarak, Said-i Nursi’nin risalelerinin devlet eliyle dağıtılmasıyla yeniden uyutulmuştur.
Fetö gibi organizasyonların temelinde bu vardır.
Tüm cemaatler ve tarikatler bu kökten yayılmış ve beslenmektedirler.
Farkları fraksiyon farkıdır.
Yani yapılması gereken; temizlik sonucu devlette boşalan yerlere liyakat sahibi, çağdaş, akılcı, bilimsel düşünen, cumhuriyet ve demokrasiye bağlı, demokrasiyi ve cumhuriyeti araç olarak görmeyen insanları yerleştirmektir. Bizden, onlardan demeden.
Aksi durumda 5-10 yıl sonra yine aynı filmi izleriz.
Şu sıralar ‘Ama bu cemaat, bu tarikat masum’ diye düşünüyorsanız, 1997'de Fethullah Gülen için yazdığım yazıdaki uyarımı hatırlatırım.
Demedi demeyin.