İstanbul’da okudum, İstanbul'da çalıştım.
Çocuklarım burada doğdu.
Yedi göbek değilse de, ben bir İstanbullu’yum.
Çünkü bana kültürümü İstanbul verdi.
Ekmeğimi İstanbul verdi.
Onun yolunu kullandım.
Onun suyunu içtim.
Onun havasını soludum.
Şimdi,
Ne yol kaldı gidecek,
Ne su kaldı içecek,
Ne hava kaldı soluyacak.
Anadolu (Asya) Yakası’nda, Salacak’tan,
Moda’dan,
Caddebostan’dan,
Bostancı’dan,
Dragos’tan,
Tuzla’dan
Ki yazlık yerleriydi buralar
Avrupa Yakası’nda Cankurtaran’dan,
Yenikapı’dan,
Bakırköy, Ataköy, Florya, Menekşe’den,
Boğaz’ın her iki yakasının tamından denize girilirdi.
Plajlar vardı.
O plajların ünlüleri vardı.
Şimdi hiç bir yerinden denize girilemiyor.
Deniz kenarlarına havuzlu evler, tesisler, siteler yapılıyor.
Her semtin, her muhitin kendine has bir özelliği, bir güzelliği vardı.
Oralarda yaşayanlar, birbirinden farklı renk ve kimliklere sahipti.
Yedi Tepe’de yedi kültür koklardınız.
Gezmeye doyulmazdı.
Şimdi her yer aynı.
Hiç bir semt, hiç bir yer, hiç bir mekan, hiç bir nokta
Özgün değil. Kendine has değil.
Olanlar, kalanlarsa ‘Turistik’ sayılabilecek çok az sayıda yer ve can çekişmekte.
Kumkapı’da doğdum, çocukluğumdu.
Beyoğlu’nda yaşadım ilk gençlik yıllarımı.
Bebek’te olgunlaştım.
Şimdi üçünde de ben yokum,
Anılarım yok ve onlar da bende yoklar.
Acı veriyor bana.
Çocuklarıma anlatamıyorum geçmişimi ve
“Bak burada böyle olmuştu” diyemiyorum.
Çünkü oralar yok artık.
Bir gün içinde, sabah Sarıyer’de börek yiyip,
Öğlen Mısır Çarşısı’nı gezdikten sonra, Eminönü’de balık ekmeğe yazılır,
Akşam Beyoğlu’nda (O zaman öyle denirdi. İstiklal denmezdi)
Ağa yada Haci Salih’te Anadolu Mutfağı’nın tadına bakar,
Sinemaya ya da tiyatroya gidebilirdik.
Otobüsle hem de.
Ve makul harcamayla, maaşı tüketmeden, kartı patlatmadan.
Hoş kart da yoktu.
Cebinizdeki kadar yaşardınız. Borç üstüne borç yapamazdınız.
Daha saymakla bitmeyecek güzellikleri ‘Yaşardınız’.
İstanbul’da yaşamak öyle bir şeydi.
Şimdi,
Birbirine benzeyen, geçmişi olmayan, yeni yetme, ergen, muhteşem semtlerde, birbirine benzeyen muhteşem binalarda, sitelerde, yaşıyoruz.
Muhteşem yollarda, muhteşem arabalarda, metrolarda, metrobüslerde, köprülerde, işimize, evimize gidip geliyor ve oralarda yaşıyoruz.
Her günümüzün, hafta sonu dahil, dört saate yakını yolda geçiyor.
Eve geldikten sonra mecalimiz kalmıyor ve muhteşem hapishanelerimizde
Muhteşem televizyonlarımızda saçma sapan şeylerle uyuşup uyuyoruz.
Ve her gün bir öncenin aynı olarak geçiyor.
Buna da hayat, ömür diyoruz.
Ve itiraf ediyorum.
Bayıldığım, aşık olduğum, başka yerde yaşayamam dediğim,
Bir ay turneye gittiğimizde, gece oyundan sonra otobüse atlayıp, bir iki saat havasını soluduktan sonra, tekrar otobüsle oyuna yetişecek kadar özlediğim
İstanbul beni eve tıktı.
Artık organik bir şehir değil.
GDO bir kent.
Genetiğiyle oynandı, DNA’sı bozuldu.
Ben doğduğumdan beri bir kaç sene hariç, hep muhafazakar
Hükümetler iş başındaydılar ve başta İstanbul olmak üzere, tespitim odur ki,
Hiç bir şeyi muhafaza edemediler.
Ne yani gelişmeye karşı mıyım?
Hayır elbette.
Ama siz, çocuğunuz gelişsin, serpilsin isterken,
Obez olduğunu görürseniz üzülmez misiniz?
İstanbul da gelişme adına obezleştirildi ve sağlıksız bir büyümeyle
Yaşanmaz hale geldi.
Yalnız İstanbul mu?
Anadolu?
Trakya?
Her yer, her yer.
Bugün sonuçları yazdım. Daha da yazardım ama okur muydunuz bilmem. Devamını siz getirin.
Bir dahakine kendimce sebepleri yazacağım.
Bakalım ne diyeceksiniz.
Obezleşmeden gelişmek dileğiyle.