Demokrasi nedir?

Demokrasi; birlikte yaşayan, birlikte davranan insan topluluklarında insan olmaya yaraşır bir şekilde, herkesi eşit kılan, birini diğerinden üstün ve ayrıcalıklı saymayan, hakların ve sorumlulukların eşit şekilde paylaşıldığı, birlikte yaşayabilme kültürüdür.

Şimdi; basit örneklerle tam anlamıyla yerleşmiş, her kurumuyla çalışan, olabildiğince kapsamlı, ideale yakın, küresel bir demokratik bir rejimle yönetilmeyi hakedip etmediğimize bir bakalım.

Çünkü demokrasi; fiziksel, elle tutulur somut bir varlık değil, zihinsel, düşünsel, elle tutulmaz, gözle görülmez zihinsel bir olgudur.

Tanrı gibi. Göremezsin ama hissedersin. Onun ruhuna uygun yaşayarak görünür, bilinir kılar, can katar, yaşatırsın.

Hepimizin, her gün yaşadığı, tanık olduğu fakat bazılarımızın önemsemediği olaylardan örnekler anlatalım, bakalım ne olacak.

Misal trafik.

Ben İstanbul’da, Asya yakasında yaşıyorum. Zaman zaman Avrupa Yakası’na geçiyorum. Çevre yolları tam bir keşmekeş. Sürekli şerit değiştiren sürücüler var. Hem de çoğunluk. On metrede bir şerit değiştiriyor adam. Sonra boşalttığı şerit açılınca, yine o şerite geçiyor.

Böylece bir avantaj elde ettiğini sanıyor ama bir de bakıyorsun ki üç kilometre sonar yine yanyanasın. Çünkü rasyonel, akılcı davranmıyor. Kıbrıslıların dediği gibi; “Hiç akıl goman mı gafana”?

Akmaya başlayan şerite senin gibi uyanıklar girince o şerit de tıkanıyor ve bu sefer bıraktığın şerit boşalıyor ve akmaya başlıyor. Çünkü; az once senin şertin akarken tıkalı olan şerittekiler oraya geçince, senin şeritin tıkandı ve o akmaya başladı.

Ya da adam emniyet şeridinden yapıştırmış gidiyor. Seni salak, kendini uyanık yerine koyuyor. Oysa salak olan o. Bilmiyor ki orası emniyet şeridi ve herkes onun gibi davransa orası da tıkanacak ve belki bir gün kendisi ya da bir yakınını taşıyan cankurtaran yol bulup hastaneye yetişemeyecek.

Ya da gişelerde  veya bir sapakta  sıra beklerken, sağından solundan bastırıp gelir dingil, en önden kaynak olur, senin hakkını gaspeder.

Trafikte kendi hakkına razı olmayan bu  gaspçı tipler, trafiğin daha da tıkanması ve çekilmez hale gelmesine neden oluyor.

Kendini daha akıllı sandığından ekstra hak sahibi olduğunu sanıyor.

Otomobili Mercedes 500 SEL olan Fiat Albea sürenden daha ayrıcalıklı olduğunu düşünüyor. İkisi de aynı trafik eziyeti ve keşmekeşini eşit olarak çekebilir mi canım.

Trafikte karşılaştığımız bu tipler, eşitliği, kurallara uygun yaşamayı, birbirinin hakkına saygı göstermeyi, yani yaşamın hücrelerindeki demokrasiyi özümseyememiş ve hayatlarının en küçük anına uygulayamamışken, ynetimsel anlamda demokrasi talep etme hakkına sahip midir. Talep ettiği demokrasinin ne olduğunun farkında mıdır?

Herkes eşit olacak ama o, bir adamını nasılsa bulacak ve eşitler arasında bir ayrıcalık elde edecek.

Kendisi de o ayrıcalıktan bir gün çıkar elde edeceği için ayrıcalıksız demokrasi istemez.

Pekiyi, maraza çıkmasın diye bu magandalara yol veren, hakkının gaspedilmesine göz yuman vatandaş demokrasiyi haketmiş ve tam anlamıyla yaşamına sindirmiş midir? Elbette hayır.

Sen korkarak haklarının elinden alınmasına ses çıkartmazsan, yönetimsel demokrasiyi de hakedemezsin.

Çünkü haklar birileri tarafından gönüllü verilmez. Bedeli çatır çatır ödenir ve alınır.

Bedel ödemeye razı olmazsan haklarının gaspedilmesine de sesini çıkartma hakkın olmaz.

Başka bir örnek verelim. Bir spor kulubü başkanı mesela, ya da bir dernek, sendika v.s başkanı da olabilir.

Başkan seçilirler.

Sonra kendilerinden geçerler. Başkanı oldukları kurumun sahibi zannederler kendilerini. Diledikleri gibi, akıllarına estiği gibi yönetebileceklerini ve her dilediklerini yapabileceklerini sanırlar.

Karşı çıkanları da münafıklıkla, engelleyicilikle suçlarlar.

Hele ki o kuruma yıllardır başkanlık ediyorlarsa otoriteleri tartışılamaz.

Çünkü her şeyin en iyi ve en doğrusunu onlar bilir.

Kural koymaya kalkarlar ve uygulanmadığında agresifleşirler. 

Oysa ki o kurumların yetkili kurulları vardır ve kuralları onlar koyar, ilkeleri onlar belirler. Başkana, bunları uygulamak ve kurumdaki birimlerin bu kurallara uygun çalışıp çalışmadığını denetlemek düşer. Görevi budur.

Kuruma üye olan birisi kural dışı davranışlarından dolayı nasıl ki o kurumdan ihraç edilirse, başkan da aynı şekilde ihraç edileblir. Onun başkan olması, ona kurallara uymama hakkını vermez.

Ama  bizde işler öyle yürümez ve üyeler de “Bir gün ben de başkan olursam avantaj elde ederim” düşüncesiyle ses çıkartamaz.

Ya da aykırı ses çıkartırsa, haketmediğim halde bir punduna getirir ilişiğimi keserler, münafık ilan ederler korkusuyla susar. Bedel ödemekten çekinir yani.

Sonra da bunlar “Memlekete demokrasi gelsin” diye dırdırlanırlar.

Sen once kendi kapının önünü süpür ki hakedesin.

Bakın çevrenize, göreceksiniz bunları ve benzerlerini.

Tuttuğunuz kulüpte, üye olduğunuz dernekte, hatta topluca gittiğiniz tatilde bile.

Bir tek iş yaşamında olmaz böyle şeyler. Kurumsallaşmış şirketlerde yetki ve denetim mekanizmaları, şirket kuralları yönetim kurulları tarafından belirlenmiş, yürütme kurulları tarafından bu kurallara uygun stratejiler oluşturulmuş ve ‘Başkan’ diyebileceğimiz CEO lar tarafından uygulamaya geçirilmiştir. CEO alt birimlerin (Satış, pazarlama, üretim, insan kaynakları v. s ) eşgüdümünü sağlamakla mükelleftir. Bunun dışına çıkamaz. Çünkü bedeli büyük maddi zarardır. Maddi çıkar ölçülebilir olduğundan, manevi çıkardan önemlidir.

Ve hiç bir şirket, ne kadar başarılı olursa olsun, sekiz on yıldan fazla bir CEO’yu görev başında tutmaz. Çünkü doygunluk ve yıpranma sözkonusudur. Taze enerjiye ihtiyaç vardır.

Ülkeyi Anonim Şirket gibi yönetmekten kasıt buysa eyvallah.

Bitirelim.

Toplumun en küçük modeli ailedir.

Ne zaman ki ailenizde kızınızla oğlunuz eşit olur, karı koca eşit olur, ama her anlamda eşit olur, yani kızınızın evlenene kadar bakire kalmasını istiyorsanız, oğlunuza da bakir kalma şartını getirmek gibi bir eşitlik olur, ya da tersi olur, işte o zaman gerçek demokrasiyi hakedersiniz ve talep etme hakkınız olur.

Demokrasi hayattır, bir yaşam tarzıdır, bedeli vardır, ödenir ve piramit gibi tabandan tavana yükselir. Tepeden gelmez.

Not: Bir şeyler anlatırken, genellikle birinci çoğul şahıs olan “Biz” öznesini kullanırım. Bu kez ikinci çoğul “Siz” i bilerek kullandım. Çünkü ben önerdiğim gibi davranıyorum, ya da davranmaya çalışıyorum.
OGÜNhaber