Kızına göre şefkat dolu, pamuk gibi, insan sevgisiyle dolu, mükemmel bir insan.
Kıyaslamak için söylemiyorum ama dünyanın en zalim adamının evladına, anasına, babasına, karısına sorsan %90 benzer cevabı verir.
Aksini söyleyebilmek mangal gibi yürek ister.
Evren’in ne olup olmadığı yıllardır konuşulur.
Herkes kendine göre kararını vermiştir ve değişmez.
12 Eylül Darbesi’nden dolayı benim hakkım kalmıştır, helalliğim yoktur.
Mutlaka gücü ele geçiren nedense ikinci Atatürk olmaya çalışıyor. Hatta O’nu geçmeye çalışıyor. Tespitim budur ve Evren’in ülkeye verdiği zarar hediye ettiği anayasa ve üzerinden silindir gibi geçtiği kurumlarla, en az eksi elli yıldır.
Yönetimi ele geçiren diktatörler ve uzantıları bir süre sonra her şeyin en iyisini kendileri bilir zannediyor ve uzmanları kapı dışında bırakıyor.
Hele askerler. Aman Allah.
Tabi bunda yurdum insanının şımartıcı, aşırı teveccühü de bir neden olarak görülebilir.
Gelin 12 Eylül’ün tatsız izlerini mizahla hafifletelim ve her şeyin aslını en iyi mizahın izah ettiğini görelim.
Darbeci cunta yönetimi ele geçirince, her türlü kurumdan sivilleri uzaklaştırır ve başına önemine göre rütbe taşıyan subayları getirir.
Çoğunluğu albaylardır.
İstanbul’da, Karaköy’ü Şişhane’ye bağlayan, Osmanlı döneminde bankaların merkezi ve Merkez Bankası’nın da binasının bulunduğu cadde ‘Bankalar Caddesi’dir.
Zamanla, elektirik malzemeleri ve avize, aydınlatma elemanları üreticisi esnaf yoğunlaşmış ve sanki bu branşın çarşısı olmuştur.
Trafik çok yoğundur. Araçlar dükkanların önüne çift sıra parkeder, esnaf mal indirip mal yükleyemez, yükleme yaparsa trafik sıkışır, durur, çiledir ki of hem de ne of. Kabir azabı.
Cunta İstanbul Trafik Şube Müdürü’nü görevden alır, yerine Kara Kuvvetleri Lojistik branşından bir albayı getirir.
Bankalar Caddesi esnafı heveslenir. O aşırı ve şımartıcı teveccühüyle “Asker çözer” diyerek, randevu alıp albayın huzuruna çıkarlar.
Esas duruştaki esnaf , hafif de yağcılıkla karışık derdini anlatır;
- Kıymetli albayım, iyi ki siz geldiniz. Sizden önceki müdüre defalarca anlattık derdimizi, çözemedi, siz çözersiniz.
- Nedir derdiniz? Çözelim bakalım.
Der, sesine hemşire şevkati tonu veren albay.
Esnaf anlatır;
- Efendim arabalar çift sıra park ediyor, trafik kilitleniyor, mal indiremiyor, yükleyemiyoruz, trafik polisleri hiç bir şey yapmıyor, trafik büyük sorun, kilit oluyor. Bir el atıverseniz bir zahmet.
- Hallederiz, rahat olun.
Der kendinden emin ve otoriter bir edayla albay.
Esnaf temsilcileri, gönülleri rahat, evlerine döner, yatarlar.
Sabah kalkıp işlerine giderler, bir de ne görsünler? Bankalar Caddesi’ne giremezler. Trafiğe kapanmıştır. Araç girmesi yasaktır.
Albayı ararlar, randevu isterler, ertesi günü huzurdadırlar, dertlenirler albaya.
- Aman komutanım, ne yaptınız? Siftahsız dükkan kapatıyoruz. Trafiğe kapatmışsınız caddeyi, araç girip çıkamıyor.
Albay kendinden emin ve kendinden memnun yanıtlar;
- Ama artık trafik sıkışma derdi kalmadı değil mi?
Yıllar ve yıllar sonra açıldı cadde trafiğe, tek yönlü olarak.
* * *
Konservatuarlarda temrin (tekrarlı çalışma) yapılır.
Enstrüman ve şan bölümünde bu çalışmalar ses geçirmez odalarda yapılır.
Çift katlı, kapitone kaplı, yalıtımlı, gemi lumbozu gibi penceresi olan kapıları vardır bu odaların.
12 Eylül’den sonra Ankara Konservatuarı’nın başına da bir albay konuşlandırılır.
Albay konservatuar müdürüyle teftiş yapmaktadır.
Temrin odalarının oradan geçerken, bir tanesi dikkatini çeker, camından içeri bakar, bir kız, bir erkek karşılıklı durum, elele tutuşmuş, romantic bakışlarla ağızlarını açıp kapatamaktadırlar.
Bir duet termini yapıyorlardır ama ses duyulmadığından manzara yukarıdaki gibidir.
Albay, hışımla müdüre döner;
- Ne yapıyorlar bunlar böyle! Diye avazlanır.
- Kem der, küm der, şey der efendim der, duet yapıyorlar.
Albay anlayışlı bir hal alır ve;
- Olmaz böyle ahlaksızlık. Yapsınlar ama ayrı ayrı odalarda yapsınlar der.
* * *
Televizyonlarda canlı yayınlarda, birden fazla kamera vardır. Artık ne kadar ihtiyaç varsa. Bunların hepsi bir masaya bağlıdır ve o masada, yönetmenin söylediği kameranın görüntüsü seçilerek çıkışa (yayına) verilir.
Yayın esnasında yönetmenin komutuna göre kameraların görüntüsünü seçen kişiye de ‘Resim Seçici’ denir.
Her kurum gibi TRT de nasibini almıştır darbeden. Başına Tuğgeneral kuşu konmuştur. TRT’ de çok para yendiği, israf olduğu, rüşvet götürüldüğü, hortumlandığı, çalışmadan maaş alındığı, hiç bir iş yapmayan personel yığıldığı dedikoduları ayyuka çıkmıştır. Her zamanki gibi.
Generalimiz bir Albay'ı mali denetimle görevlendirir.
Albay bordroları incelerken fazla mesai ücretleri dikkatini çeker.
Zor bir iş olduğu için kaliteli az eleman vardır kurumda.
Hep aynı bir kaç kişiye gece yayınlarından dolayı ‘Fazla mesai’ yazılmış da yazılmıştır.
Albay çağırır personel müdürünü.
- Kimdir bunlar? Der seri katil yakalamış detektif edasıyla. Ne iş yaparlar?
- Resim seçici efendim onlar.
- Siz bu devleti batıracak mısınız. Bana yediremezsiniz. İlle de gerekiyorsa gitsinler evlerinde seçsinler resimleri.
Daha çok var ama, bu kadarı yeterli.
İşte bu her şeyi bildiğini, çözeceğini ve kendini en akıllı zanneden kafalar yüzünden bu durumdayız.