Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı kitabında, 'Politikadaki hürriyet, bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı veya ardına kadar açık kapısıdır' diyor.
Türkiye'de hürriyet 19. yüzyıldan bu yana hemen hem bütün nesillerin özlemi oldu. Hürriyet ya da modern tabirle özgürlük bir heves, bir özlem olarak ne içeriğini tam olarak bildikleri ne de tam olarak anlamlandırabildikleri bir sihir gibi peşinden nesiller boyu koşulan uğruna hayatlar konulan bir özlem oldu.
Ne yazık ki, peşinden koşulan her süreçte aslında, peşinden koştuğumuz hürriyetten biraz daha uzaklaştığımızı bile geç fark ettik.
1900'lü yıllarda Osmanlı'da hürriyet isteği ile ayağa kalkan Jöntürkler daha sonra İttihat ve Terakki Fırkası ile iktidara geldiğinde, muhalifleri susturan bir sulta haline geldiler. Koskoca Osmanlı'yı öyle bir ateşin içine attılar ki, büyük ve tarihsel bir mücadele veren bu millet, zor da olsa Anadolu'yu elinde tutabildi.
Ve sonra bir nesil tek parti dönemi ile yaşadı, tek parti döneminin disiplini ile yetişti. Üç numara saçlar ve tek tip kıyafetlerle soluk alınmaz bir disiplin ve tekdüzelik ile yetiştiler. Ne okuyacaklarına ve ne oynayacaklarına ve hatta neye nasıl inanacaklarına dahi birileri onlar adına karar verdi.
Hayat belirli kalıplara sıkıştırılmıştı, koca bir nesil için. Sabahları fırın kuyruğunda beklemek, şeker yerine pekmez kullanmak, delik ayakkabılarını çocukların don lastiği ile ayaklara bağlayarak, karla kışla mücadele etmek, elbiseleri ter yüz ederek giymek ya da yamalamak… Bu yoksulluklar arasında yaşasalar da, birileri için özgür ve demokratik bir ülkede yaşadıklarına inandırılmışlardı.
Bu durum, ta ki 1950 seçimlerine kadar değişmedi. 1950 de 'yeter söz milletin'diye D.P(Demokrat Parti) ortaya çıktı. Demokrat Parti (DP), yıpranmış ve 'ahlaki anlamda çökmüş'olarak nitelendirdiği tek parti iktidarını müstebit ilan etti. 'Demokratik'vaatlerle dolu bir programla sahneye çıkan DP, tek parti(CHP) iktidarı döneminde canı yananların partisi haline geldi. Çok partileri hayata geçiş ve Demokrat Parti'nin siyasi arenaya çıkması ile birlikte toplumsal ve siyasal hayata katılımın ölçeği büyüdü.
Birileri için bu değişim dayanılmaz ve katlanılmaz idi. Özgürlük adına, demokrasi adına 1960'da bu ülkenin Başbakan'ı ve Bakanları idam sehpasına gönderildi.
Hürriyet adına alınan canlar, akıtılan kanlar bununla da durmadı. 1968'in gençleri de aynı ideal için can verdiler.
Beklenen hürriyet yerine üç askeri darbe, süresini bile hesaplayamadığımız sıkıyönetimler geldi. 1980'de sağdan soldan yüzlerce fidan, her biri kendilerine göre verdikleri hürriyet mücadelesinde can verdiler, kan döktüler.
28 Şubatta bu ülkede demokrasi adına, hürriyetler adına, bu ülkenin demokrasisi ve özgürlük düşüncesi üzerinden tanklar geçti. Bin yıl sürecek dedikleri bir istibdat dönemi adına başörtülü kızlar örtülerinden sürüklenerek üniversitelerden atıldı.
2008 yılında halkın verdiği oylarla tek başına iktidar olan Akparti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Avustralya’nın Sydney kentini gezerken, “herkes kendi kimliğiyle övünebilir. bu onun en doğal hakkıdır. Kürt Kürtlüğüyle, Türk Türklüğüyle, Çerkez Çerkezliğiyle, Laz Lazlığıyla övünebilir. Etnik kimlik anlamında söylüyorum. Ama bizi üstte birbirimize bağlayan üst kimlik T.C vatandaşlığıdır. Bu ortak paydadır”...”Hepimizi yaratan mutlak yaratıcı Allah’tır. Ayrıma ne gerek var. O üst ortak paydada birleşip el ele vereceğiz” dediği için ‘"laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği" gerekçesiyle Akparti aleyhine kapatma davası açıldı.
Velhasıl…Türkiye'de 1850'lerden bu yana her kuşağın verdiği hürriyet mücadelesine rağmen, hürriyetler sürekli budanmış, yani hürriyet ve demokrasi adına, hürriyetler ortadan kaldırılmıştır.
Yazımızı yine Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı kitabından alıntılar ile bitirelim; 'ben bu kadar kendi zıddı ile beraber gelen ve zıtların altında kaybolan nesne görmedim. Kısa ömrümde 7-8 defa memleketimize geldiğini işittim. Neyin? Hürriyetin… Bir kere bile kimse bana gittiğini söylemediği halde 7-8 defa geldi. Ve o geldi biz sevincimizden davul-zurna sokaklara fırladık. Bu hürriyeti sımsıkı yakalayamadığımıza göre, demek ki kimsenin ona ihtiyacı yok.
Bu topraklarda pek çok kez saatler, Hürriyete ayarlandı; ancak o beklenen Hürriyet saati hiç gelmedi. ‘’
Bu kez farklı olabilir mi? Bu kez ‘Yeni Türkiye’ de herkes gerçekten de eşit, adil, hür birer birey ve vatandaş olarak kabul görecek mi? Bu kez gerçekten de saatlerimizi Hürriyete ayarlayabilecek miyiz?