XX. yüzyılın başlarında demokrasinin doğduğu Avrupa kıtasında yaşanan en büyük felaket yoksulluk değil, bilakis insanların yoksulluğun da sebebi olarak gördüğü erktekelcilik (totalitaire) idi.
Yöneticilerin, halkın tercihlerinin belirleyici olduğu, yönetilenlerin iradeleri dışında iktidara gelmesine ya da iktidarda kalmasına karşı bir güvenceler bütünü olmak iddiası ile ortaya çıkmıştı demokrasi o yıllarda, Avrupa’da.
İktidarı, yasalarla sıkı sıkıya düzenlemelere bağladığımız kurumlarla sınırlayabileceğimizi sanmıştık. Herkesin görev ve yetkileri belli olunca iktidarın yırtıcı yüzü artık sevimli bir hal alacak diye düşünülüyordu.
Zamanla değişim ve gelişim yaşayan demokrasi anlayışı çoğunluğun azınlık üzerindeki tahakkümü olan çoğunlukçu demokrasiden, farklılıklarımızla birlikte yaşamak, çoğunluğun azınlığa karşı zulmüne engel olmayı hedefleyen çoğulcu demokrasi anlayışına gelindi.
Zaten, "Demokrasi ötekini kabul etmenin bir yoludur" demiyor mu idi, Charles Toylor
Toplumu oluşturan her türden kesimin hak ve taleplerini karar alma mercilerine aktif katılımla iletmekti en büyük iddiası, katılımcı demokrasinin. Katılımcılık ve çoğulculuk vazgeçilmezlerimiz olmuştu.
Yüzyıllardır içinde bulunduğumuz bilgisizlik, bağımlılık, gelenek ve tanrısal hukukun zindanlarından(!), akıl, bilim, rasyonel düşünce, ekonomik kalkınma ve halk egemenliği sayesinde kurtulmamız demekti, demokrasi.
Oysa tarih bu söylenenlerin hepsinin bir yanılsama, evrensel ve tarihi bir yanılgı olduğunu da göstermiyor mu acaba?
Halk devrimleri her yerde emekçi sınıfın ya da bir ulusun kurtuluşu adına başlatılmış ancak en çok da o ulusun üzerinde kurulan diktatörlüklerle son bulmamış mıydı?
Devrim bayrakları en çok ayaklanmış halkların ellerinde değil de, ayaklanmaları bastırmaya veya halkları sindirmeye çalışan tankların üzerinde dalgalanmamış mıydı?
Dersim kıyımı, "Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin" olduğunun söylendiği bir dönemde gerçekleştirilmedi mi?
Toplumu ekonomik, siyasal ve üretim bakımdan harekete geçirmek ve yalnızca gerçeğe ve bilimin gereklerine boyun eğsin diye mutlaklardan, dinlerden ve ideolojilerden kurtararak, daha yaşanabilir bir dünya kurmaktı, en büyük arzumuz.
Ne var ki, çok geçmeden kaygıların ve korkuların zamanı gelmişti. Zayıflıklarından kurtulduğunu düşündüğümüz toplum-yani biz-kendisinin oluşturduğu yeni güç odaklarının, özgürlüğü adına yapılan baskı ve zulümlerin, yani kendisi adına oluşturulan siyasal, ekonomik ve askeri güç çarklarının kölesi olmadı mı?
Asker, yargı, medya, ulusal ve uluslararası sermaye ayrı birer iktidar odağı haline gelmediler mi?
Bugün gelinen noktada totoliter iktidarlardan ve onları besleyen envai çeşit iktidar odaklarından kurtulmak adına oluşturulan yeni iktidarlar, teknolojik gelişmelerin de imkanları ile eskisinden daha fazla özel yaşama müdahale etmeye başlamıştır. Bir yandan dünyaya küçültüp, insanları yakınlaştırarak bize sınırsız yeni bir dünya açan yeni teknolojik gelişmeler, diğer yandan da iktidar odaklarının elinde bizi olabildiğince sınırlayan birer araç haline geldiler.
Artık evrensel insan haklarından olan iletişim özgürlüğü, özel hayatın gizliliği ilkesi eski dönemlere ait hoş bir masal olarak kalma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Vel hasıl her gün yenileri ve yeni bir yüzleri ile tanıştığımız çeşit çeşit güç odaklarının varlığı bizleri şaşırtıyor ve halk iradesinin aslında büyük bir yalan olduğunu görüyoruz.
Bu yeni merkezileşmiş iktidar yapılarının bireye, topluma, özel yaşama kendi çıkarlarına uygun yeni biçimler vermek istediklerini biliyoruz.
Modern siyasal iktidar yapıları daha çok savaşçılaşmış ve küstahlaşmıştır.
Modern demokrasinin üzerine oturduğu temeli oluşturan ulusçuluk, kendinden olmayanı toplama kamplarında ölüme, sürgüne mahkûm edecek kadar tektipleştirici, hoşgörüsüz, kimlikçi bir ulusçuluğa daha doğru bir tabirle ırkçılığa dönüşmüştür.
Yeni bin yılda demokrasi, artık iki tehlike ile karşı karşıyadır.
Daha yaşanabilir bir dünya özlemimizin gerçekleşmesinin yolunun hala demokrasiden geçtiğini düşünüyorsak, demokrasi yeni bin yılda bu iki cephede de savaşmak zorundadır; Bir yandan, demokrasinin güçlülerin hizmetinde bir ideoloji haline gelme tehlikesi, diğer yandan canının istediğini yapan otoriter ve totoliter iktidarları ve onları besleyen güç odaklarını meşrulaştırma aracı olarak kullanılmak.
Yani dün olduğu gibi bugünde demokrasinin tanımında ve ulaşmak istediği amaçta önceliği iktidarın sınırlandırılmasına vereceğiz.