Anayasa hazırlık sürecine katkı yazıları (4)

Nasıl Bir Anayasa İstiyoruz?

a)Bu Sürece Nasıl Gelindi?
Gazeteci Hasan Cemal bir kitabında, İttihad ve Terakki’nin kudretli ve darbeci 3 paşasından biri olan Cemal Paşa’ya atıfta bulunarak; ‘Cemal Paşa’nın ruhu peşimi hiç bırakmadı.’ der. Aslında bakıldığında Cemal Paşagillerin darbeci-jacoben karakterterleri bu milletin peşini hiç bırakmadı.

Bu nedenledir ki; Türk Anayasacılık tarihi bir darbe tarihidir. Tarihçi Halil Berjtay’ın deyişiyle, Türkiye kendi askeri tarafından sürekli olarak ‘’olgunlaşmamış bir çocuk muamelesi gördü.’’ Bu nedenle asker, vatanın ve devletin gerçek sahipleri olarak kendilerini gördüler. Onlar kurtarıcı ve kollayıcı idiler. İç Hizmet Kanunu 35. Maddedede zaten kendi kendilerini devleti,koruma ve kollama görevi vermediler mi?
Askerler 88 yıl once kurulan devleti sivillere, seçilmişlere bırakmadı.Çünkü onlara, seçim sandığından çıkanlara güven duymadı. 27 Mayıs,12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat,27 Nisan, asker sivil siyaset alanine her seferinde daralttı.Neredeyse seçilmiş hükümetlere sadece ekonomiyi bıraktı.

Ancak sorun sadece askerden kaynaklanmadı.Halk ve seçim sandığından çıkan sivil siyasetçiler de, demokratik kurallara uygun olarak, Askeriyenin, modern demokrasilerde oladuğu gibi,seçilmiş siyasal güce tabi bir güç haline getirilmesi için hiç bir direniş, talep, girişim ve düzenleme de bulunmadılar.
Bu konudaki ilk ‘zihniyet değişimi’ belirtisi, 27 Nisan e-muhtırasından sonra Hükümetin aldığı demokratik tutum oldu. Bunu Halkın 12 Eylül referandumunda verdiği evet oyları izledi.

Haziran seçimlerinde iktidar ve muhalefetin gündeminde yeni anayasa vardı. Ergenekon davası adı ile bilinen Savcılık soruşturmalarında ortaya çıkarılan Balyoz,Ayışığı,Sarıkız vs darbe planları ile birlikte ülkenin ve sivil siyasetin içinde bulunduğu tehditin ciddiyetini anlayan ve harekete geçen Hükümet seçimlerde aldığı güçlü bir halk desteği ile birlikte Türk Anayasa Tarihi’nin İlk Sivil Anayasası için hazırlıklara başlamıştır.

Yeni Anayasa Sürecinde Usul Tartışmaları
 

aa) Kurucu Meclis Tartışmaları
Malesef Sivil Anayasa tartışmalarına ilk damgayı kraldan çok kralcı,askerden çok darbe sevdalısı sözümona sivil ve anayasa hukukçusu bir takım zevatın ‘kurucu meclis’ konusu vurdu. Kendilerince, Sivil Anayasa tartışmalarını doğmadan doğmak için,halkın seçtiği bu TBMM’nin anayasa yapamayacağını,Anayasa yapmak için ‘kurucu meclis’ oluşturulması gerektiğini savundular.

Kurucu Meclis: Bir devletin anayasasını yapmak üzere toplanan ulusal meclis demektir. Amerikalıların Constituent assembly dediği şeydir. Kurucu Meclis tabiri Türk Anayasa Literatürüne, 1960 darbesi ile girmiştir.6Ocak 1961 günü toplantılarına başlayan Kurucu Meclis, 27 Mayıs 1960 Hareketinden sonra, 1921 Anayasasının yerine yeni bir Anayasa hazırlamak için 15 Aralık 1960 tarihinden itibaren yürürlüğe giren ve 27 Mayıs 1960 tarihli Geçici Anayasaya ek bir kanun halinde yayınlanan Kurucu Meclis Kanunu ile kurulmuştur. Kurucu Meclis, 27 Mayıs 1960 Hareketi ile iktidarı devralan Millî Birlik Komitesi ile birlikte (daha doğrusu emrinde) çalışmıştır.

İzah edildiği şekilde görülmektedir ki, kurucu meclis, darbecilerin kendi anayasalarını hazırlamak için, emirlerine aldıkları bir takım darbe yandaşı sivillerle al gülüm-ver gülüm şeklinde bir araya geldikleri sözümona demokratik bir oluşumdur.
Oysa ta en başta belirttiğimiz gibi, 21 Haziran Seçimlerinde İktidar ve Muhalefetin irili ufaklı tüm partileri, seçim çalışmalarında seçim sonrası yeni yasama döneminde yeni anayasa hazırlığı yapılacağını ve bu nedenle halkın anayasa konusunda kendi düşüncelerine göre kendilerine oy vermelerini istemişlerdir.

Kısacası 21 Haziran seçim sürecinde başta Halk olmak üzere, tüm siyasal ve Sivil örgütlenmeler yeni meclisin yeni anayasayı yapacak meclis olduğunun bilincinde olmuştur. 367 krizinde olduğu gibi bir takım uyduruk hukuki kavram ve kurumlarla yeni anayasa sürecini sulandırmaya çalışmak anti-demokratik ve aynı zamanda millet iradesine hakaret niteliği taşıyacak bir tutumdur.

bb) Ayrıntılı (Kazuistik) – Çerçeve (Soyut) Anayasa
Ayrıntılı Anayasa(Kazuistik), her türlü yaşanmış veya yaşanacak olayı, hukuki işlemi inceleme iddiasında olan anayasadır. Hâkimlere takdir yetkisi tanınmaz. Hukukta boşluk bırakmama niyetindedir. Yasama organına bırakılabilecek hususlar bile düzenlenir. Bu nedenle yasamaya bir güvensizlik söz konusudur.

Öncelikle ayrıntılı bir anayasaya sahip bir devlet, anayasasını yılların getirdiği değişime uyarlayamaz. Çünkü bireysel ve toplumsal yaşam akıp gittikçe her alanda değişmektedir. Bu değişen şartlar, yeni hukuki durumlar ve hukuki sonuçlar oluşturur. Ayrıntılı bir anayasa kendini yenileyemez, çağa ve yıllara ayak uyduramaz. Ayrıntılı anayasanın bu tür bir dezavantajı vardır. Ayrıntılı anayasalarda esnek bir sistem yoktur. Dolayısıyla bu manada, ayrıntılı anayasalar toplumların gelişmişlik, demokratiklik seviyelerini gösterir. Ayrıntılı Anayasa yapan devletler, halkına güvenmeyen ya da az güvenen halkın yaşamına dair herşeyi zaptu rapt altına almak isteyen otokratik-jacoben devletlerin tercih ettiği bir anayasa tarzıdır. Bu tarz anayasalara örnek Hindistan Anayasası ve 1982 Türkiye Anayasası’dır.

Çerçeve anayasa ise soyut normlar içerdiği için yenilenebilir, esnetilebilir. Gelişen ve değişen şartlar çerçevesinde insan haklarına dayanan, özgürlükçü, demokratik, Hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde yorumlarla zamana ve değişen şartlara uygun yorumlarla güncelliği korunabilir. Çerçeve Anayasa’ya örnek ise ABD Anayasasıdır.1982 Anayasası 30 yılda 17 kez değiştirilmiş olmasına rağmen,1787 yılından kabul edilen ABD anayasası o dönemden bu zamana 27 kez değişikliğe uğramıştır.

Bu nedenlerle Türkiye Cumhuriyeti’nin bu ilk sivil anayasası, halkına güvenen, onu hizaya sokmaya çalışmayan bir zihniyetle, devletin temel esaslarını, kurumlar arasındaki ilişkileri görev ve sorumluklarını düzenleyen, bireye öncelik tanıyan, bireysel hak ve özgürlükleri devlet, toplum ve diğer bireyler karşısında güvenceye alan ve bunlar için temel kuralları içeren kısa, öz, anlaşılabilir bir anayasa olmalıdır.

cc) Tabula Rasa Mı?(Boş Levha)
Tabula Rasa, Locke'un boş levha anlamında kullandığı bir kavramdır. Zihnimiz dünyaya geldiğimizde bir tabula rasadır ve esas olan deneyimdir der.
Yeni Anayasa tartışmalarının başladığı ve TBMM Başkanı Cemil Çiçek başkanlığında toplanan istişare toplantısında akademisyenler arasında Locke’un Tabula Rasa teorisi ön plana çıkmıştı. Bununla Yeni Anayasa'nın değiştirilemez maddelerde de değişiklik yapılması amaçlanmaktadır.

Özellikle Prof.Dr Levent Köker tarafından savunulan bu düşünce ile herşeyi ile tepeden tırnağa yepyeni bir anayasa hedeflenmektedir.
Korkusuz önyargısız her konunun her yönü ile tartışılabilmesi açısından bu düşünceyi önemsiyoruz. Çünkü günümüzün dünyasının, birey ve toplum yapısının geldiği bugün için geleceği düşünerek, geçmişin iyi ve kötü deneyimlerinin ışığında demokratik, özgürlükçü, insan hak ve özgürlüklerini öncülleyen bir anayasa için tüm önyargılardan, kalıplardan sıyrılarak düşünmek gerekmektedir.
 
dd) Anayasa Hazırlık Sürecine Katılım
J.J.Rousseau’nun meşhur kitabının adı da olan ‘Toplumsal Sözleşme’ tabirinde ifade bulan Anayasa yapım süreci, toplumun her kesiminden sivil temsilcilerin ve hatta bireylerin katılımına açık olmalıdır.

Günümüzde anayasaların hele hele Türkiye için en önemli işlevlerinden birisi de anayasaların halk için entegrasyon aracı olması gerekliliğidir. Yapılacak anayasa ülkedeki tüm farklı gruplar için birleştirici olmalıdır. Anayasanın bu birleştirici rolünde başarılı olması, demokrasi içinde uygulanabilir olması ülkenin geleceği için çok önemlidir.

Katılımcı Anayasa Yapım Sürecinde vatandaşlar kendilerini ilgilendiren konularda taslak önerilerin sunulmasına yardımcı olur.  Bu durum vatandaşlar arasındaki birliği sağlar, temsiliyeti güçlendirir ve devletle yurttaş arasındaki ilişkiyi kuvvetlendirir. Aksi takdirde 3-5 bilim adamının oturup bir anayasa hazırlaması, bu anayasanın sivil bir anayasa olduğu anlamına gelmez.

Yeni anayasanın gerçekten sivil, demokratik niteliklere ve güçlü bir meşruiyete sahip olması için, anayasa hazırlık sürecine örgütlü sivil toplumun aktif katılımı şarttır. Sivil toplum kuruluşlarıyla keyfi ve sonuca ulaşmayan görüş alışverişleri demokratik katılımın gerçekleştiği anlamına gelmez. Demokratik katılım ancak etkin ve şeffaf biçimde çalışacak mekanizmaların oluşturulmasıyla gerçekleşebilir. Dolayısıyla Meclis Anayasa Komisyonu, Meclis adına, anayasa hazırlık sürecine sivil toplum katılımını kurumsallaştırmak görevini de üstlenmelidir. Bu süreçte yer alacak sivil toplum temsilcilerinin Komisyon toplantılarında eşit söz hakkına sahip olmaları sağlanmalıdır.

İletişim araçlarının bu kadar yaygın ve gelişmiş olduğu günümüzde vatandaşların sürece katılabilmesini sağlamak için çeşitli adımlar düşünülebilir; Öncelikle sürecin kurallarıyla ilgili (anayasa yapım süreci, rolü ve zaman çizelgesi ile ilgili) bir belge yayınlar. Bu süreçte uzman yardımcı gruplar oluşturula bilinir. Bu gruplar gerek internet, facebook, twitter vs gibi sosyal medya aracılığıyla gerekse vatandaşları birebir ziyaret ederek önemli değişiklik yapılacak konularla ilgili bilgilendirme toplantıları yapabilirler, anketler doldurulmasını sağlar, tartışma toplantıları düzenler ve daha sonra görüşleri ifade eden raporlar oluşturur.

Bunun dışında; Hazırlanan taslak yasayı ülkede konuşulan her dilde yayınlatılır, araştırmalar düzenlenir, Vatandaş toplantıları gerçekleştirilir,  Medyada yayınlatılır, ilanlar hazırlatılır, sokak gösterileri ve sanatsal faaliyetlerle duyuru ve katılım maksimum düzeye çıkarıla bilinir. Ayrıca toplumu oluşturan her toplum kesiminin ve çıkar gruplarının kendileri ile ilgili bölümlerde daha fazla katılımının sağlanması çalışılmalıdır. Örneğin işçi-işveren ilişkilerine ilişkin düzenlemelerde işçi-işveren sendikaları, eğitim ile ilgili düzenlemelerde eğitimci ve öğrenci temsilcilerinin katılımı gibi.

Katılımın arttırılması için süreç aceleye getirilmemelidir. Zarf ve Mazruf, Usul ve Esas birbirine tabidir. Çünkü ne kadar çok kişi ve/veya grup kendini bu süreçte kendini bu sürecin içerisinde hissederse, yeni anayasa o kadar çok toplumsal kabul görecek, zemini sağlam olacak ve toplumsal huzur ve barışa hizmet edecektir.

Prof.Dr Levent Köker’in belirttiği üzere, yeni anayasa bir  ‘uzlaşma’ değil, sözleşme ürünü olmalıdır. "Toplumsal uzlaşma", belli bir zaman ve mekânda var olan somut toplumsal aktörlerin çıkar ve talepleri arasında ve tümüyle bu çıkar ve talepleri azami ölçüde gerçekleştirme hedefine yönelen stratejik ve dolayısıyla "araçsal" nitelikte bir "ödünleşme" (compromise) anlamına gelmektedir. Buna karşılık anayasanın bir toplum sözleşmesi niteliğinde anlaşılması, tüm zaman ve mekân boyutlarını aşan, bu anlamda evrensellik iddiası taşıyan ve dolayısıyla insanların bir toplumsal-siyasi beraberlik tarzını oluştururken kendi somut konumları, çıkarları ve talepleri doğrultusunda stratejik-araçsal arayışlara girmemelerini gerektiren bir kavramdır.

Katılım sürecine ilişkin düşüncelerimizin yeni anayasa hazırlanma sürecini bir pazarlık ve ödünleşme anlamındaki yalancı bir ‘uzlaşıya’ kurban etmeye bir gerekçe oluşturmaması gerekmektedir.
 

 

makâlenin 3.sayfası                  makâlenin 5.sayfası

 

OGÜNhaber