Geçmişi 10 bin yıl önceye uzanan yerleşim merkezleriyle ünlü Güneydoğu Anadolu’da, zengin bir tarih ve kültürel birikimle harmanlanmış tatların izini süreceğimiz yolculuğun ilk durağı, Gaziantep. Sabahın ilk saatlerinde şehir merkezindeki lokantalardan kebap kokuları yükselmeye başlamış bile. Antep’te kebap yemenin saati yok. Ciğer kebabı, kahvaltıların sevilen spesiyallerinden. Kemikli boyun ve incik etinin, karabiber, sarımsak ve pirinçle pişirilmesiyle yapılan büryan, yörede çok sevilen bir başka kahvaltılık.
Yemek sanatıGaziantep deyince akla önce kebap çeşitleri gelir elbette ama gastronomi turizmi konusunda Doğu’nun başkenti olan kente geldiğinizde, yemeğin sadece kebaptan oluşmadığını, güzel sanatların bir dalı gibi algılandığını göreceksiniz. Bir sanatçı titizliği ile hazırlanan sofralarda yemekler, adeta şölene dönüşüyor ve Antep mutfağında yemeğin değeri ona verilen emekle ölçülüyor. Geleneksel olarak sadece Ramazan Bayramlarında pişirilen baharatlı - pirinçli köfte toplarından yapılan yuvarlamanın hazırlanışı günler sürebiliyor. Kebapları kadar baklavası ile de ünlü Antep mutfağının en belirgin özelliği, meyve ve etin aynı yemekte buluşması. Tıpkı çağla aşı ve erik tavasında olduğu gibi... Yemeklerin olmazsa olmaz eşlikçileri ise bulgur, yoğurt, salça, soğan, antepfıstığı, nohut, safran, kekik, nane, kimyon, rezene, sumak ekşisi, koruk ve nar suyu. Yöresel tatların en iyi tamamlayıcı ise menengiç kahvesi.
Halil ibrahim sofrasıAnadolu ile Mezopotamya’yı birbirine bağlayan Şanlıurfa kırsalındaki ilk görüntüler, boz renkli bir toprak örtüsü ile birbirini adeta kıskandırmaya çalışan fıstık ve zeytin ağaçları... Kelaynak kuşlarının Anadolu’daki yaşam alanı Birecik’te, sıcacık zahter ve tarçın çaylarımızı yudumlayarak seyrediyoruz Fırat’ın mavi sularını. Müslüman, Hıristiyan ve Süryanilerin yüzyıllarca birlikte yaşadığı bir Orta Çağ yerleşimi görünümündeki Rumkale’yi ziyaret ettikten sonra yemek molası için Halfeti’ye düşüyor yolumuz. Sarı taş evleri, meyve bahçeleri ve siyah gülleriyle Halfeti’de nehir balığı, közlenmiş kırmızıbiber ve cevizli sucuk çok lezzetli. Bir sonraki durağımız olan “Peygamberler Şehri” Şanlurfa’da kendinizi Mekke ya da Kudüs’te hissedeceksiniz. Kıymalı ekmek, çiğ köfte, nar ekşili ve “bostana” denilen bol maydanozlu çoban salatası, patlıcanlı ve domatesli kebap ile ayrandan oluşan klasik Urfa mönüsünün en hasını Balıklıgöl ve Urfa Kalesi manzaralı restoranlarda bulabilirsiniz. Leziz bir yemeğin ardından, minicik fincanlarda sunulan mırralarımızı yudumladıktan sonra artık Urfa’yı keşfe çıkabiliriz. Akşam olduğunda, yörenin en zarif taş konaklarından biri olan Urfa Konukevi’ne yerleşip çarşıdan aldığınız yerel giysileri kuşanarak, sıra gecesine hazırlayabilirsiniz kendinizi.
Gurme saatleriUrfa’nın güneydoğusunda uçsuz bucaksız bir ovanın ortasına kurulan Harran, gökkuşağının renklerini giyinen sürmeli kadınları, ilk İslam Üniversitesi Harabeleri ve kutsal mabetleriyle ilgiye değer. 5 bin yıllık kültürel birikime sahip bu sarı toprakların lezzet sürprizi ise karınca yuvalarına benzeyen kubbeli konik evlerin yer sofralarında yenen sac kavurma ve tereyağlı gözleme. Panoramik bir Harran turunun ardından istikametimiz, Mardin. Orta Çağ’dan kalma bir anıtı andıran kentin ruhunu hissedebilmek için bir labirenti andıran daracık sokaklarda uzun bir yürüyüşe çıkmak gerek. Teras teras yükselen Mardin evlerinde sokaklar geçit vermediğinde, “abbara” denilen evlerin altına oyulmuş, tüneli andıran loş ve nemli yeraltı geçitleri sizi sokaktan sokağa taşıyacak. Restore edilmiş eski bir Mardin evi olan Cercis Murat Konağı, geleneksel lezzetleri deneyebileceğiniz en iyi adres. Mardin mutfağında içli köfte hemen her zaman başrolde. İç pilav ile doldurularak tandırda pişirilen kuzu kaburgası ile salçalı lahmacun “sembusek” ve etli ekmek yörenin sevilen lezzetleri. Yeşil erikli pilav, “bello” denilen mercimek köftesi ile bol kişnişli çiğ köfte ise
baş tacı. Kuzu bağırsağına iç pilav doldurularak hazırlanan “mumbar” dolması, herkese göre değil ama denemeye değer. Yabani kiraz reçeli de çok lezzetli. Yemekten sonra gezi sırası, kentin yakın çevresinde. Tarihi Mardin Çarşısı’nın sürprizleri kavrulmuş karpuz çekirdeği, şekerli badem ve baharat çeşitleri...
Çok kültürlü mutfak
İslam medeniyetinin köklü izlerini taşıyan Hasankeyf, lezzet turumuzun en keyifli durakları arasında yer alıyor. Dicle Nehri’nin ikiye ayırdığı bu büyülü diyar, eski çağlardan kalma harabeleri, soğan kubbeli mabetleri ve mağara restoranlarda sunulan şabot balığı ile kalbinizi çalmakta gecikmeyecek. Hasankeyf’i geride bırakınca, 6 kilometre uzunluğundaki Diyarbakır surları karşılayacak sizi. 8 bin yıllık geçmişiyle, tarihin her döneminde büyük medeniyetlerin merkezi olan Diyarbakır’ın mutfağı da çok kültürlülükten nasibini fazlasıyla almış.
Çoğunlukla patlıcan ve domates ile birlikte kullanılan et, Diyarbakır mutfağının temel öğesi. Bol acılı ve yağlı yöre yemeklerinde zeytinyağı nadir olarak kullanılıyor. Salça, içyağı, tereyağı, pul biber, kekik, nane, reyhan ve kurutulmuş sebzeler yemeklere tat katmak için sıkça kullanılan yardımcılar arasında. Ezogelin çorbası, haşlanmış içli köfte, mumbar, kaburga dolması, meftune (patlıcan, domates, sarımsak ve bol sumaklı et sote), irmik helvası ve tabi ki mevsiminde karpuz Diyarbakır mutfağının köşe taşları. Yöreye özgü yemekleri, kentin en eski ve özgün bölgesi Suriçi’ndeki Selim Amca’nın Yeri’nde deneyebilirsiniz. Diyarbakır’a veda ettiğinizde Dicle Nehri’nin edalı kıvrımları sizi tanrıların dağı Nemrut’a götürmek için sabırsızlanacak.