Dansın dokumacısı olarak tanınan ve dokuma sanatında 20. Yılını kutlayan Fırat Neziroğlu ile dolu dolu, dokuma, moda, hayat ve yaşama dair her şey...

Çözgülerle dans eden prens Fırat Neziroğlu

Röportaj / Semiha Kozlucalı; Dokunduğu ve dokuduğu her şeye hayat veren, boyut kazandıran bir sanatçı olan, yerlerde kullandığımız klasik dokuma kilimlerden bildiğimiz dokumayı tüm dünyaya tanıtan, dünya çapında dansın dokumacısı olarak tanınan Dokuma Sanatçısı Fırat Neziroğlu sanat yaşamında 20. Yılını kutluyor.

OGÜNhaber olarak 20.yılını kutlayan dokuma sanatçısı Fırat Neziroğlu’nu daha yakından görmek, tanımak, klasik olarak bildiğimiz atalarımızdan günümüze gelen dokumaya nasıl hayat verdiğini, tanışma hikâyesini dinlemek ve hayatına dokunmak istedik.

İtiraf etmeliyim ki, bu kadar genç, hayat dolu, renkli ve samimi birisini beklemiyordum. Klasik bir röportaj olur, sorularımı sorar ve bitiririm derken, eğitmen olarak görev aldığı Nişantaşı Üniversitesi 1453 kampüsünde bizi karşılamasıyla sanki senelerdir tanıdığım birisini görür gibi oldum. Bir yabancı değildi, yaptığı işin, kendinin ve yapacaklarının farkındaydı.

Fırat Neziroğlu’na dokuma ve dans dışında neler yaptığını, hayata bakış açısını, yaşadıklarından kazandığı deneyimleri ve deneyimlerinden kazandığı tasarımları, ilgi alanları, dokunduğu ve dokuduğu hayatları sorduğumuz, keyifli röportajımızda sıcacık gülümsemesiyle ve içtenliği ile verdiği cevaplarla moda ve sanat öğrencilerine arşiv olarak kullanacakları bir kaynak olurken, hayata ve yaşama dair deneyimleriyle mucizelerin var olduğuna inandıran Neziroğlu, 7’den 70’e herkesin keyifle okuyabileceği bir kaynak oldu desem abartmış olmam. Ne demek istediğimi röportajımızı okuduğunuzda çok daha iyi anlayacaksınız.
 
Fırat Neziroğlu ile, dokumaya, modaya, hayata, yaşama dair gerçekleştirdiğimiz keyifli röportajımız;

Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz? Fırat Neziroğlu kimdir?
İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinden mezun oldum. Güzel Sanatlar Fakültesinde yüksek lisans ve doktora programında eğitim aldım ve tekstil konusunda kendi dilim diyebileceğim bir dile ulaştım dünya genelinde ve onunla devam ediyorum.

Kendime bir oyun alanı aradım

Dokumada 20. Yılınızı kutluyorsunuz, dokumaya başlama hikayenizi nasıl başladı?
Ben önce dans etmeye başladım, babam futbolcuydu, beni bir dans okuluna götürdü. Dans etmeye başlarken bir süre sonra benim sanatla ilgili bir şey yapacağıma karar verdi ailem. Dans ile ilgili bir eğitim alacağımı düşünürken benim için tekstil bölümüne karar verdiler.

Ailemin beni yönlendirmesiyle birlikte güzel sanatlar fakültesine girdim, moda bölümüydü. Ben pek modadan anlamadığıma karar verdim ve içinde kendime bir oyun alanı aradım. 2. Sınıfta koridorda yürürken dokuma atölyesini gördüm, o zaman anladım, dokuma yapacağımı biliyordum. Bölüm değiştirdim, moda giyim tasarımından, dokuma tasarımı bölümüne geçtim ve kumaşla tanıştım.

Moda sadece giyisi demek değildir

Moda sizin için nedir? Moda bir sanat mıdır?
Moda bir olgudur. Moda sadece giyisi ile tanımlanamaz. Moda günlük hayatın bize yansıttığı olayların sonucunda gelişen hal, tavır, durumu içeren bir olgudur. Moda sadece giyisi demek değildir.
 
Tekstil sanatı olarak dokuma mı örme mi?
Bana yakın gelen, tekstilde kullandığım dokuma ama örme ile çok güzel işler yapanlar var dünya genelinde, bana göre dokuma.

kumaşı hissi ile tanırız

Kumaşları nasıl tanıyabileceğimizle ilgili söyleşiler seminerler veriyorsunuz, bizim içinde birkaç ipucu verir misiniz?
Kumaşın böyle cinsini, ipliğini, nasıl dokunduğunu, hangi tezgahta dokunduğunu bilmek gerçekten anlamsız. Çünkü bugün geldiğimiz teknolojide her fabrika kendi özel kumaşını yapıyor ve onada kendi canının istediği ismi veriyor. Dolayısıyla biz bu kadar çok kumaşı, bu kadar çok farklı teknikle üretildiği bir ortamda bunların her birinin ismini bilemeyiz. Biz kumaşı hissi ile tanırız. Kumaş dokunarak, dokunularak tanınır. Ellediğimiz kumaş bize ne hissettiriyorsa o güzel bir kumaştır bizim için. Bana güzel gelen size gelmeyebilir, buda değişebilir.
 

Dünya çapında bir sanatçısınız, Türkiye’de daha çok belli bir kitle tarafından tanınıyorsunuz. Bunun sebebi nedir?

Benim yaptığım iş dokuma. Dokumayı kendi hayatımızda nerede kullanıyoruz? Kilimler ve yerde. Üzerine bastığımız bir şeyi değerli olarak görmeyiz, bu çok normal. Dolayısıyla bende insanlara çok iyi bir dokuma sanatçısıyım, demiyorum. Çünkü, ben yurtdışından gelen arkadaşlarımı Topkapı Sarayı’na götürüyorum ve diyorum ki bakın Topkapı Sarayı’nda bunlar var. Bir arkadaşım ilk defa gördüğü bir şey için beni çağırdı, burada inanılmaz bir şey var. Gittim baktım çini. Çini bizim tuvalette bile var. Dolayısıyla bizim için çok sıradan, sıradan olan bir şeyi hiç kimseye özel yapamayız. Benim yaptığım iş, batı kültürüne göre yeni, doğu kültürüne göre zaten herkesin içinde yaşadığı bir şey. Dolayısıyla diğer tarafta daha çok tanınıyorum.
 
Bu konuda Türkiye’yi nasıl değerlendirirsiniz? Sektörel önerileriniz neler olur?
Dokuma, kumaş tasarımcısına desen çizdirilmeye devam ettiği sürece bence bir problem var. Çünkü dokuma tasarımı iplikle başlar ve bir iplik tasarımcımız yok, üniversitelerde de iplik tasarımı bölümü yok. Dolayısıyla her şeyin özü olan ipliği ve elyafı üreten bir mühendislikten başka tasarım bölümünden söz edemiyorsak, bunun gelişmesinde tabi ki daha uzun yıllar var. İplik tasarımı kumaşın hissini sağlayacak, o his giyisi tasarımcısına nasıl kıyafetler yaptığını söyleyecek. Biz hep moda tasarım öğrencilerine elbise çizmeyi anlatıyoruz, pardon yani, buda bir düşünülmesi gereken nokta.

Başak Cankeş beni gerçekten çok heyecanlandıran çılgın bir moda tasarımcısı

Geçtiğimiz günlerde bir defileye katıldınız, hazırlık aşamanız nasıl oldu, nasıl bir çalışma planı kurdunuz bize biraz anlatır mısınız?
Başak Cankeş ile 2 yıl çalıştık. 2 yıl üst üste Mercedes Benz Fashion Week için hazırlandık. Bir giyisi tasarımcısı ile sanatçının buluşması gerçekten güzel sonuçlar elde ediyor. Benim şuanda kendi dilim dediğim, boşluklar içeren, içinde boşluklar olan dokumalar yapıyorum. Bunları giyisiye uyarlamak gerçekten benim için çok heyecan verici oldu, Başak ile çalışmakta öyle. Çünkü Başak beni gerçekten çok heyecanlandıran çılgın bir moda tasarımcısı.
 
Defile sadece bir moda defilesi miydi? Sanatsal bir yeri var mıydı?
Başak'ın yaptığı her şey sanat içeriyor. Giyilebilir sanat başlığı altında bunu yayınlıyor, çok iyi bir tasarımcısı.
 
Dokuma ve dans sizin için neyi ifade ediyor?
Ben kendimi bildim bileli dans ediyordum. Bunun içinde teknik, klasik danslar da var ama hiç salon dansları yapmadım, onu bilmiyorum. Dans deyince benim için sabah kalktığımda, yorganı üzerimden açıyor oluşumdaki kolumun hareketi, sabah kahveyi fincana doldururken ve ağzıma götürürken ki hareket yada bağcığımı bağlıyorken ki yaptığım hareket, aslında bunların hepsi dans, yada sabah perdeyi açışım. Dolayısıyla günlük içinde yaptığım hareketlerin benim için vücudumu çalıştırıyor olmak ve onu kullanıyor olmakla eş değer dans etmek.

Dokuma zaten hayatımın bir parçası. Kolumu kullanamadığım bir süre oldu, 2 yıl, yanlış bir ameliyattan dolayı boyun sinirim kesildi ve doktorlar bunu anlamadılar, 5 ay sonra benim bütün sağ tarafım erimiş oldu. Sağ kolumu kaldıramıyordum, kağıt kaldıramıyordum. O zaman bile her gün 1 satır dokudum.

Benim için his çok önemli

Müzik ve sanatı nasıl birleştiriyorsunuz? Sahnede müzik eşliğinde yapmış olduğunuz dokuma performanslarınızdan bahseder misiniz?
Plastik sanatlar çok yalnız bir üretime sahip. Ben dokurken 3 ay, 4 ay tezgah başındayken, içinde yaşadığım fırtınalar, mutluluk, mutsuzluk, heyecan hiç kimsenin bundan haberi yok ama herkes çıktığı zaman güzel bir portre görüyor. Evet Fırat portre dokumuş. Bunun içinde her ilmekte, her düğümde, her örgüde aslında başka bir his var. Dolayısıyla ben sahnede bunu yapmak istiyorum, müzik eşliğinde.

Çünkü müzik görüp tanımlayamadığımız, anlamlandıramadığımız ama hissettiğimiz bir şey. Benim için his çok önemli. Elle tutamayıp, bu kadar beni hislendiren bir formla yan yana durmak benim için çok değerli, bunu değerli kılan, katlayan şey izleyicinin ben dokurken sahne üzerinde beni görüyor olması. Bütün ilmeği atışım ve o hislerin başlangıcından, bitişine kadar olan süreçte yaşadığım her şeyi birebir izleyici ile paylaşmış oluyorum.

Bunun için yeterli olan süre nedir?
90dk 1:30 saatlik konserlerde yapıyoruz. Mesela 2008 de yapmıştık, 10 yıl olacak nerdeyse. İzmir Caz Günlerinin kapanış konserinde yapmıştık. O zaman Baki Duyarlar piyanodaydı ve İzmir Caz Günlerinin kapanış konserinde, onlar benim dokumada ne yapacağımı bilmiyordu, ben onların ne çalacağını bilmiyordum.

Sahneye önce ben çıktım, orkestra sahnede, dokuma yapmaya başladım, sonra yavaş yavaş enstrümanlar yerlerini aldılar. Onlar bana bakarak çaldılar, ben onlara bakarak dokudum. Böylece geceyi tamamlamış olduk.

Gece sonunda nasıl tepki aldınız?
Bu kadar içimizde olan, bu kadar kullandığımız, üzerine bastığımız, hayatımızın her yerinde olan bir şeyin uygulama ve üretim aşamasını, ne yazık ki çoğu kimse bilmiyor. Biliyorsa da ilkokulda falan dokumuştur yada ananesinin tezgahı vardır, o bilgide sadece, ya bizimkilerinde tezgahı vardır dan ibaret. Kalkıpta onun dışında bir şey yapmış olanda çok azdır. İnsanlar böyle bir şeyi görünce, bu işin ne kadar zor, ne kadar keyifli ve ne kadar güzel sonuç verdiğini görüyorlar.

En büyük problem insanın kendi yolunun kölesi olması

Tercih yapmanız gerekirse hangisini tercih ederdiniz? Dokuma mı, dans mı?
İkisinden de vazgeçebilirim. Hiçbir şeyin tek yol olmadığına çok değer veriyorum ve bence en büyük problemler insanın kendi yolunun kölesi olmasıyla başlıyor.

Eğer ben dokumanın kölesi olsaydım, dans edemezdim. Dansın kölesi olsaydım dokuma yapamazdım. Herhangi bir şeye köle olursam, o zaman ben onun sınırları içinde kalırdım. Ben öyle yaşamıyorum. Her an her şey olabilir.

Soyut sanat en çok kendini tekstilde gösteriyor

Dokuma algı olarak basit gelirken, siz çözgülerin arasında adeta dans ediyorsunuz ve dokuduğunuz her şeye hayat veriyorsunuz, nasıl oluyor?
İlk dokumaya başladığımda, herkes gibi klasik dokumalar yapıyordum. Atkıların tüm çözgülerle buluştuğu düz yüzeyler. Ancak o kadar uzun zaman alıyor ki dokuma yapmak. Biraz daha gezmek, eğlenmek, arkadaşlarıma ve kendime daha çok vakit ayırmak istedim. Dolayısıyla bazı yerleri dokumamaya karar verdim. Bu kesinlikle bir ihtiyaçtan.

Dokuduğum portrelerin, ozaman tamda  portreye dokunmuyorum ama bedenlerle çalışıyorum, gerçeklik benim için çok önemli. Soyut sanat en çok kendini tekstilde gösteriyor. Tişörtlerimizde, elbiselerde, pantolonlarımızda görebiliriz, giydiğimiz neredeyse her şeyde soyut sanatın izlerini taşıyan desenler görebiliriz. Benim derdim gerçeklikle, bir bakış, bir ifade ve o kişinin hayatını anlatan işler yapmak istiyorum ve bunu da tek bir anda dondurmak istiyorum.

Bunları yaparken dokuduğum portrelerin etrafındaki zeminleri boş bırakmaya karar verdim. Bu tamamen ihtiyaçtan ancak çözgü iplikleri kendini o kadar çok gösteriyordu ki, işle birlikte yarışıyorlardı, bende düşündüm acaba ne olur? Bir yokluk arıyorum, o zaman misina kullanayım. Hem şeffaf hem de benim için çözgü niteliğini de görebilir. Misina ile birlikte boşlukla dokumalar yapmaya başladım.

Bu yıl 20.yılım ve 20 yıldır hala taklit edilemedi. Denemeler var, boşlukla dokumalar yapmaya çalışanlar var, ama benim kadar gerçekçiliğe ulaşmış hiç kimse yok.

2 yıldır Kore ve Kanada’nın en büyük tekstil dernekleri ben oradaymışım gibi benim doğum günümü kutluyorlar. Dün yine Kanada’dan mesaj aldım, bu seferde beni yaptığım dokumaları nasıl yaptığımı soruyorlar, bizde senin gibi dokumaya başladık mesajları alıyorum.

Bu teknikle birlikte yavaş yavaş Dünya Çağdaş Sanatı içine girince son 3 yıldır güzel gelişmeler oldu benim için. Önce Norveç Kraliyet Büyükelçiliği himayesinde, Norveç’e gittim ve bir sergi açtım. Geçen yılda Tayland Kraliçesi’nin doğum günü şerefine Tayland’a davet edildim. Bütün ülkeyi gezdirdiler, sonrada kraliçe için bir kumaş dokudum.

Kral öldüğü için bir tören yapılamamıştı, kraliçe tekrar takvimine almış beni. Bu yıl tekrar gidip kumaşını ona teslim edip bir törenle Tayland Kraliçesinin müzesine bırakacağım.

Hayali dans etmek isteyen kim var

Müzeyyen Senar'ın hayatını ilk kez dansla buluşturdunuz, hikayesini anlatır mısınız?
Güzel Sanatlar Fakültesi’nde çalışırken, 12 yıl sonra istifa etme kararı aldım. Ufak tefek aksilikler, daha geniş dünyaya yayılmak istiyordum, fikir olarak. İşlerim gitmesinde ben daha dünyalı gibi düşünüyüm istiyordum. İstifa da da bir performatif gidişim olmalı diye düşündüm. Bu performatif gidiş sırasında bütün hocalarımı tuvalet kapısı altında bacakları görünüyorken dokudum. İç çamaşırları, pantolonları, etekleri... Şöyle bir söylemim vardı, buradan birbirinizi tanırsınız. Çünkü genel olarak sizin için birinin ne iş yaptığı değil, ne giydiği önemli. Bende size küstüm arkamı döndüm içimi döküyorum deyip işeyen Fırat diye bir iş yaptım, akıl hastanesi adında bir sergi açtım.

Sergi davetiyesi ve istifa mektubumu da bölüm başkanının masasına bırakıp okuldan ayrıldım. Benim için dokuma, tasarım o anda bitmişti, tekrar yapmayı düşünmüyordum.

Sonra dans hocamı aradım devlet, opera, baleden Şebnem Şener. Dedim ki ben dans dersi vermek istiyorum, izin var mı? İzin verdi ve internete yazdım, ‘hayali dans etmek isteyen kim var’ hiç tanımadığım 17 kişi bana cevap verdi, o zaman paramız yok, stüdyomuz yok, evin salonunu boşalttım, arkadaşlarım geldiler.

Evin salonunda, bulduğumuz bir spor salonunun küçük bir salonunda yada İzmir’de bostanda yaşıyoruz, bostanlının sahilinde dans dersleri yapmaya başladık. İçinde klasik bale ve modern dans dersleri olan, dersler yapmaya başladık. İlk yıl küçük prens kitabını bir eser haline getirdik ve su ürünleri fakültesi, çevre mühendisliği, lise öğretmenliği gibi farklı farklı alanlarda bir çok insan dans etmeye başladılar, 6 defa sahneye çıktılar. İkinci yıl tekrar devam etmek istediler. Hepimizin hayali buydu.

Müzeyyen Senar’ın Youtube’da bir kaydını buldum, ‘Bir zamanlar biri vardı, bendim o da, beni çoktan unuttular, hala unutulmuş vaziyetteyim’ hemen kızı Feraye ile görüştüm, izin aldım ve Müzeyyen Senar yaşarken, Müzeyyen Senar’a izletebildiğim hayatını anlatan 1:30 saatlik klasik bale, modern dans eserim var.

Kültür Bakanlığından destek aldı ve yılda 50 temsil yaptı, 4 yıldır sahneleniyor. Benim ufak bir hastalık hikayemden dolayı biraz durdu. Şimdi dans topluluğumu yeniden topladım. Fransa’dan baletimiz geldi, İzmir’de yaşamaya başladı. Bütün derslerimizi Fransız bir balet hocamız verir ve bütün dansçılarımız artık kendi işlerinin yanında profesyonel olarak dans ediyor haldeler.

Asıl seyirlik alanı kaçırıyorum

Hayallerinizi sahne üzerinde gerçekleştirmek nasıl bir duygu?
Çok güzel. Dünyanın herhangi bir yerinde sergiyi açıyorum, 1-2 gün orada oluyorum ama insanların tepkileri ile bire bir karşılaşamıyorum yada kokteyler biraz daha çok eğlencelik oluyor, seyirlik olmuyor. Orada dostlar buluşuyor, insanlar buluşuyor, evet sergi açıldı tebrikler v.s ama ondan sonra ben orada yokken asıl seyirlik alanı kaçırıyorum. İnsanlar benim dokumalarımı görünce ne oldu bunları bilmiyorum. Ama bir sahne işinde tamamen bambaşka bir heyecan var.

Çünkü yukarıdan bütün bir yıl çalıştığım ve tasarladığım, koreografisini yaptığım işi sahnede görüyorum ve bende bağımsız yeni canlar orada sahneliyorlar bunu kendim hakim değil buna. Oradaki yorumcuları izliyorum, onların benden aldıklarını yeniden bana vermesi gibi çok güzel bir durum var ve ondan sonra seyircinin ve bende seyirci gibi tepkilerimi ve beğenimi sahne üzerinde yaşıyorum bu çok değerli bir şey benim için.

Yoga demek baş aşağı durmak demek değil

Yoga Pratiğinizi Kozmik Enerji ile nasıl deneyimlediniz?
Dünya gerçekten başka bir algıya büründü benim için. Bir gün gerçekten ölümle baş başa geldim ve doktor bana gelecek planı yapmamam gerektiğini söyledi. Hemen ben o zaman sahneye bir eser koydum tabi ki. Hemen bir plan yaptım ama bu kadar yakınıma gelen bir ölüm tecrübesinden sonra bazı şeylerin ne kadar değerli yada bazı şeylerin de ne kadar hayatımdan çıkartmam gerektiğini fark ettim.

Fazlalıklardan sıyrıldıktan sonra karşıma kozmik enerji çıktı. Kozmik enerji çok ilginç bir enerji. Görmediğimiz ve tanımlayamadığımız, dokunamadığımız ama hissettiğimiz şeyler konusunda bende biraz ön yargılıyım, bende başta kabul etmedim ama kozmik enerji bana müzik gibi geliyor.

Var, duyuyorum, hissediyorum ama dokunamıyorum. Bu enerji ile birlikte çok kısa bir sürede iyileştim. Bu tek bir doğru değil, ilaçlarımı aldım, hastaneye gittim, ‘yumurtamı tavuktan, tavuk mu yumurtadan’ bunu bilmiyoruz. Ama sonuçta herhangi bir şeyin iyi hissettirip, iyi ediyor olması benim için çok kıymetli ve oraya giden yolların herhangi biri, zaten bütünlüğe inanıyorum.

Yoga tamamen insanın kendi ile baş başa kaldığı beden pratiği ve bu modern dansta da aynı, bütün dinlerin, dini ibadetiyle de aynı. Özünde bedenin hareket ediyor olması lazım. Biz bütün gün oturarak kendimize verdiğimiz zararı sadece ufak hareketlerle çözebiliriz.

Yoga demek baş aşağı durmak demek değil, büyük büyük hareket etmek değil, ayağını alıp başına koymak değil, 2 ayağımızın üstünde yere basarken ayakta dimdik duruyorsak işte bu yoga ve sadece nefes alıyor olmak lazım.

An dedikleri şey şu; ‘her an herkese her şeyi söyleyebilirsiniz, benim şimdi canım sıkılıyor, o bana bunu yaptı, buda böyle yaptı, buda şöyle davrandı, ne kadar kendimi kötü hissediyorum, işte böyle böyle’  herkesi yada kendimizi suçlayabiliriz, ama  o anı durdurmak lazım, ve şunu düşünmek lazım ‘şimdi hava nasıl’, ‘iyi mi?’, ‘nasıl’ işte o zaman an’a geliyoruz. Diğer bütün yan dallar o kadar gereksiz ki, gerçekten. Şuanda yaşadığımız, hareket ettiğimiz, adım attığımız her şeyi tanımladığımız şey nefes. Ben bunu yazıyorum zaten.

Herkes birbirimize bağlıyız diyor, tamam birbirimize bağlıyız. Ne ile bağlıyız? Nefesle bağlıyız, aynı nefesi alıp veriyoruz,  bu nefes döndürüyor bizi ve bu nefes bilgi ile birlikte geliyor bize. Yoga pratiğinde evrenin bize sunduğu enerjileri kullanıyor olmak bana hiçte mantıksız gelmiyor, çok mantıklı geliyor. Dolayısıyla aldığım nefes gibi, elimi hareket ettirdiğimdeki kendi yaydığım enerji gibi, nöronların birbiri arasındaki iletişim kurduğunda yaydığı elektrik gibi bunlar bilimsel şeyler. İşte bunları kullanıyorum yaparken.

Benim gittiğim yoldan giderseniz, benim düştüğüm yerde düşersiniz

Tasarımı deneyimlemek, deneyimi tasarlamak nedir?
Kendi yolunun kölesi olmak. Hiçbir şey benim için tek doğru değil, her doğru her an değişebilir, hatta bugün söylediğim herşeyi yarın yada 3dk sonra değiştiriyor olabilirim ve bunların hiçbiri benim kitaplarda okuyup evet buda böyleymiş deyip yaptığım şeyler değil.

Ben kitaptakini okuyorum, kendim uyguluyorum, uyguladıktan sonra, kendi çıkarımlarımla okuduklarım arasında denediklerim, deneyimlerim ve farklı insanlarla paylaştıklarım, paylaştığım insanların deneyimlerini alıyorum hepsini birleştirip kendimce sonuca varıyorum ve bu asla genel değil, bana doğru gelen, başka hiç kimseye doğru gelmeyebilir. Bu benim için deneyimi tasarlamak.

Ben hayattaki kendi deneyimimi tasarlıyorum ve çocuklara da aynı şeyi söylüyorum. Benim gittiğim yoldan giderseniz, benim düştüğüm yerde düşersiniz, herkes kendi yolunu bulmalı. Tasarımı deneyimlemek özünde böyle bir şey.

Birazda eğitimci kimliğinizden bahsedelim mi?
Bu yıl Nişantaşı Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil Bölümü ve Sahne Sanatları Bölümü’nde ders veriyorum. Sahne Sanatları öğrencilerine; sahne sanatları yönetimi, plastik sanatlar, görsel sanatlarla ve sahne sanatlarıyla ilgili temel bilgileri veriyorum. Tekstil Tasarımında da mezuniyet projesi dersi veriyorum. Çocuklarla deneyimlerimizi tasarlıyoruz.

Almış olduğunuz ödüller var, sizi en çok heyecanlandıran ödül hangisiydi?
İlk olan her zaman çok güzel oluyor. İlk ödülüm Beymen Academia, o zaman Beymen Academia şimdi sosyal medya yarışmaları var, bir insan ne kadar tık alırsa o kadar popüler oluyor, oda işte yarışmalar Facebook ve İnstagram üzerinden çok çılgın bir şekilde yapılıyor.

Bizim zamanımızda teknoloji bu kadar gelişmemişken Beymen’in düzenlediği Beymen Academia isimli yarışmalar vardı, 2000 yılında o ödülü almıştım, ondan sonrada Türkiye’de neredeyse kumaş tasarımı alanında yapılan bütün yarışmalardan ödül aldım.

İzleyicilerimiz sizi nasıl takip edebilirler?
Bütün sosyal medyada Fırat Neziroğlu olarak arama yaptıklarında ulaşabilirler.

Son olarak sanat moda dans ve yaşam adına vermek istediğiniz bir mesajınız var mı?
Hiçbir şey için kendi yolunuzun kölesi olmamak lazım. Hayallerimiz ne ise peşinden koşmak lazım. Türkiye’de tanınmayan ve acaba böyle hayat geçer mi denen şey en büyük hayalimdi ve onunla birlikte şuanda dünyayı geziyorum dokuma yapıyorum, dans ediyorum. Neyse hayalimiz hiçbir şekilde ertelememek, peşinden koşmak lazım. Yolda düşebiliriz ama o yolun kölesi olmadan, her zaman tadını çıkararak.


OGÜNhaber ailesi olarak Fırat Neziroğlun'a nice 20. yıllar diler, içten ve keyifli sohbeti için teşekkür eder, başarılarının devamını dileriz...
OGÜNhaber