İSTANBUL (KURUMSALHABERLER) Çevrede yapılaşma olmasına rağmen idarenin, herhangi bir parseli imara engelli hale getirmesi ve taşınmaz sahibinin, taşınmazından faydalanmasını engellemesine karşılık, Av. Emre Alcan tarafından yapılan açıklamaya göre; mağduriyeti oluşturan idareden artık “Taşınmaz Mal Bedelinin” tazmini mümkündür.
Üç tane birbirine komşu boş parsel olduğunu düşünelim. Ortadaki parselin tamamı ilgili belediye tarafından yeşil alan olarak ayrılmış olsun. Yandaki parsellerin ise konut alanına ayrılmış ve maliklerinin, imar izni alarak 6 katlı bina yapabildiklerini düşünelim. Ortada kalan yeşil alanın sağlamış olduğu ferahlıktan yanlardaki binada oturanlar yararlanmış olduğu halde, arsası yeşil alan olarak ayrılmış taşınmaz sahibi hiçbir şekilde taşınmazından yararlanamamaktadır. Taşınmazı üzerinde inşaat yapamadığı gibi, taşınmazın ekonomik anlamda değerinin artması, prim yapması da mümkün değildir. Belediyenin imar uygulaması neticesinde mağdur olmuştur. Halbuki aynı, dönemde komşu parsellerin malikleri taşınmazları üzerine yaptırdıkları inşaatlar sayesinde çok ciddi bir ekonomik büyüme sağlamışlardır.
Av. Emre Alcan sözlerine şöyle devam etti; “Taşınmaz sahibinin, bu şartlar neticesinde taşınmazından faydalanmasının mümkün olmaması sebebiyle taşınmazın değerinin çevredeki imar izinli taşınmazlara göre aşırı derecede düşmesinin yanı sıra, ayrıca taşınmaz sahibi faydalanamadığı taşınmazı için bir de vergi ödemek durumunda kalmaktadır.”
Arkeolojik SİT alanları, boğaziçi öngörünüm ve imar planları mağdurları - Hukuk devleti ilkesi gereğince, imar planları ve bunların uygulanması amacıyla idarece yapılan düzenlemeler keyfi olmamalı, makul bir şekilde, meşru ve kamusal amaçların gerçekleştirilmesiyle ilgili, Anayasa’nın ikinci kısmında yer alan temel hak ve hürriyetlerle uyumlu, özellikle Anayasa’nın 35. Maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkına saygılı olmalıdır. Ayrıca, idare, imar planları ve bunları uygulamak amacıyla idari işlemler yaparken, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak, Anayasa ve kanunlarca belirlenen usullerin takip edilmesi gerekir. Yerel planların kabul edilmesinden sonra ilgili idare için bunları uygulama zorunluluğu doğar. İmar planları onaylanarak bağlayıcılık kazandıktan sonra, idare ve bireyler açısından bir takım sonuçlar doğurmaktadır.
3194 sayılı Yasa’nın 13. Maddesinin itiraz konusu birinci fıkrasında; imar planlarında, resmi yapı, okul, cami, yol, meydan gibi umumi hizmetlere ayrılan yerlerin, imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şeklinin devam edeceği öngörülmüştür.
İmar planlarının uygulamaya geçirilmesindeki kamusal yarar karşısında mülkiyet hakkının sınırlanmasının demokratik toplum düzenin gerekleriyle çelişen bir yönü bulunmamakta ise de, itiraz konusu kuralın neden olduğu belirsizliğin kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet hakkını kullanılamaz hale getirmesi, sınırlamayı aşan hakkın özüne dokunan bir nitelik taşımaktadır.
Kamulaştırmasız el atma iddiaları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde ileri sürüldüğü zaman, mahkeme meşru müdahalenin olup olmadığını incelemektedir, meşru bir müdahale yoksa mülkiyet hakkına saygı duyulmadığına ve hakkın ihlal edildiğine karar vermektedir. Ayrıca “Doğrudan mülkiyet hakkına el konulmadığı ama verilen izin ve getirilen yasakların el konulma” sonucunu doğurduğu durumlarda, bunun da hakkın özüne dokunduğu sonucuna ulaşmıştır.
Arsa üzerinde mülkiyet hakkı sahibinin inşaat yapma gibi kişisel tasarruflarda bulunma, rayiç değeri üzerinden satma, kiralama, yararlı değişiklikler yapma gibi mülkiyet hakkının sahibine verdiği yetkileri kullanma hakkının kısıtlanması, İlgili idarelerin pasif ve suskun kalarak, amacına uygun işlem tesis etmemek suretiyle, taşınmaz mal sahibinin mülkiyet hakkını, süresi belli olmayan bir sınırlamaya tabii tutması mülkiyet hakkının özüne zarar verdiği çekişmesiz bir gerçektir.
İdare, kamu yararı nedeniyle, kamusal amaçların gerçekleştirilmesi için bir takım işlemler yaparken, Anayasa’nın 35. Maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkına saygılı olmalıdır. İdarenin taşınmazı kamulaştırmayarak veya takas yolu ile başka bir yerden taşınmaz vermeyerek pasif kalmak suretiyle mülkiyet sahibinin tasarrufunu engellemesi, Anayasa’da yer alan temel hak hürriyetleri, bireyin mülkiyet hakkını zedelemektedir. Ayrıca burada kamu yararı da söz konusu olamaz. Mülkiyet hakkı sahibinin tasarrufta bulunamamasının idarece engellenmiş olması “Hukuk Güvenliği”ni zedelemektedir.
Diğer bir deyişle; Mülkiyet hakkına kamusal yarar sebep gösterilerek getirilen sınırlama, malikin taşınmaz üzerindeki tasarruf hakkını belirsiz bir süre için kullanılmaz hale getirerek bir hukuk güvenliğini yok etmektedir.
İdarenin hukuka aykırı hareketi neticesinde mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz sahibinin, dava yoluyla kamulaştırmasız el atma hükümleri doğrultusunda mülkiyetin bedele çevrilmesini talep edebilmesi hukuka uygundur.