Tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını sonrasında dünyanın nasıl bir şekil alacağı tartışmaları derinleşirken, İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erdal Şen ise Covid-19 salgını sonrası dijitalleşmenin daha da yoğunlaşarak uzun vadede “birey” kavramının yeniden tanımlanacağını ileri sürdü.
2019 yılının son günlerinde Çin’in Hubei eyaletindeki Wuhan kentinde başlayarak kısa bir zaman içinde tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 (Yeni Tip Korona virüs) salgını, mevcut dünya düzeninin de sorgulanmasına yol açtı.
Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemi (küresel salgın) ilan ettiği Korona virüs salgını sonrasında dünyanın nasıl bir yer olacağı, küresel ilişkilerin nasıl şekilleneceği sorgulanırken, bu konudaki en ilginç çıkış, İstanbul Aydın Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme (İngilizce) Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erdal Şen’den geldi. Doç. Dr. Şen, “Korona virüs salgını sonrası, halihazırda var olan dijitalleşme sürecinin daha da hızlanıp derinleşerek “birey” kavramının yeniden tanımlanmasına ivme kazandıracağını ileri sürdü.
“Tarih yeniden yazılacak”
Korona virüs salgını nedeniyle deyim yerindeyse tarihin yeniden yazılacağını ifade eden Doç. Dr. Şen, “Bireyin yeniden tanımlanması aslında küreselleşme süreciyle başlamıştı. Bilgi ve iletişim teknolojileri bireyin kendisini ve çevresini tanımlamasını değiştirmeye başlamıştı. Söz gelimi 1991 yılında Körfez Savaşı’nı televizyonlardan anbean canlı olarak izledik. Bu gelişme dünya tarihinde, kitlesel iletişimde bir ilkti. Şimdiyse internet ve yaşamımızdaki tüm teknolojik değişim ve dönüşüm ile birlikte, anlık ve mobil olarak herkes birbirini izleyebiliyor. Hatta bununla da kalmayarak yazılı ve görsel içerik de üretiyor. Bu süreç de ‘etkileşim’ ve ‘yeniden’ kavramlarını ön plana çıkarıyor” diye konuştu.
“Gelecekte izleniyor olmak ‘sosyal puan’ ile daha çok önem kazanabilir”
Çin’in bir pilot bölge belirleyerek “sosyal puan” adlı bir çalışma başlattığını kaydeden Doç. Dr. Şen, “Bu konuyla ilgili araştırmalar yapmaktaydım ve 2018 yılında bilimsel çalışmalarım yayınlanmıştı. Bu uygulamaya göre Çin, pilot olarak belirlediği bölgede herkesi; güvenlik kameraları, yüz tarama sistemleri, akıllı evler, mobil iletişim cihazları gibi enstrümanlar aracılığıyla izliyor ve her bir bireyin davranışlarına göre olumlu veya olumsuz bir sosyal puan/kredi/skor sistemi kapsamında değerlendiriyordu. Gelecekte bu uygulamanın yaygınlaşarak, sosyal puana göre tüm faaliyetler ve hakların kullanımı yapay zeka ve ilgili uygulamaların çıktılarıyla belirlenecek. Örneğin, uçakla veya otobüsle seyahat, ya da sosyal puanın denk geldiği okullarda eğitim alma, sağlık hizmetlerinde sosyal kredi puanına göre yararlanabilme gibi süreçler yaşanabilecek. Bu elbette etik açıdan son derece tartışmalı bir durum, zira özgürlüklerin kısıtlanması söz konusu. Yönetişim alanında çok önemli soru işaretleri içeriyor. Nitekim gelecekte en çok tartışılacak sorunlar, dijital etik ve ahlak bağlamında öne çıkabilir. Yani yeni teknoloji ve yazılımlar ile gerçekleştirilecek uygulamaların ne derece etik ve ahlaki olduğu üzerinden çıkacak” ifadelerini kullandı.
“Gelişmeler ne derece etik olacak?”
“Big Data” da denilen “Büyük Veri” döneminin, bu süreçte son derece büyük önem kazandığının altını çizen Doç. Dr. Şen, “Söz gelimi bugün biz dijital araçlarımızı kullanırken, bu cihazların özelliklerine uygun antivirüs programları kullanıyoruz. Peki, örneğin; bu durum Covid-19 için de geçerli olacak mı? Yani bu virüs için de bir çeşit ‘anti-virüs’ geliştirilerek, benim sahip olduğum riskin yönetiminde; param ya da verilerim karşılığında bunun kullanımına izin mi verilecek? Ya da benden alınan anlık verilere göre mi bu ‘anti-virüs’ü geliştirecekler? Bu ne derece etik olacak? Üstelik bu durum, gelecekte yaşayacağımız sorunların sadece bir ayağını oluşturuyor” dedi.
“‘Senizm" önem kazanıyor ve birey daha çok sorgulanmaya başlanacak”
Yeni dönemde, bireyin yeniden tanımlanmasıyla “senizm” denen bir kavramın ortaya çıkmakta olduğunu ifade eden Doç. Dr. Şen, “Senizm kavramını çok özet olarak ‘’Ben’in içindeki ‘sen’’ şeklinde tanımlayabiliriz. Çünkü mevcut küresel düzende, dijitalleşmenin de katkısıyla, birey çok daha fazla ön plana çıkarılmakta. Bu dönem, bu “göreceli önem” ile -ben-merkezli ve/veya -bencil bir algıya zemin hazırlıyor. Son dönemlerdeki iletişim ve pazarlama iletilerinde ve özellikle reklamlarda verilen mesajların içinde de bunu görüyoruz. Sürekli bir ‘Sen özelsin, sen bir tanesin, sen çok kıymetlisin’ gibi aslında “ben”i yücelten mesajlar pompalanıyor. Gerçekten de bir taraftan birey kendisini hayatın merkezinde ve çok özel hissederken diğer taraftan da başta tüketim çılgınlığı ile tatminsizlik ve mutsuzluğu artmaktaydı. Bu kriz ile “ben çağı” sonrası “biz”i daha fazla düşünmek ve savunmak gerekliliği hissedilmeye başlanabilir. Bu da bireyin kendi öznesini ve karşısındakini tanımlarken “içindeki sen’i” tanımaya, anlamaya ve değer vermeye daha fazla yönelmesine neden olabilir. Herkesin içinde bir ‘sen’ olduğu yaklaşımı bizim kültürümüz ve felsefemizde derin izlerle kendisini göstermektedir. Aşık Veysel “Güzelliğin on par’etmez, bu bendeki aşk olmasa” derken, ben’deki sen’i anlatıyor diyebilirim. Bu ve benzeri birçok örnek gerek Batı gerekse Doğu medeniyetlerinin filozofları, şairleri, yazarları ve dolayısıyla kültür, sanat ve sosyal bilimler alanlarında birçok izdüşümü ile yer almaktadır. Covid-19 krizi ile içimize daha çok döndük, evlere kapandık. Kendimize, sevdiklerimize, çevremize, doğaya yani kısacası ben’i ben yapan tüm iç ve dış değişkenler ışığında varlığımızı daha sık ve yoğun olarak sorgulamaya başladık. Başlangıç noktası ben olan birey, sonrasında çevresi ile etkileşimini kapsayan biz ve son olarak da özünü yansıtan bendeki sen algısının önemini zamanla açığa çıkaracaktır.
“Gidişat sürdürülebilir değil”
Doç. Dr. Şen, şöyle devam etti: “Dünya Sağlık Örgütü’nün 2019 verilerine göre 2 milyar insanın temiz suya düzenli erişimi yok. 4,3 milyar insan sıhhi tesisat kullanamıyor. Gelişmiş ülkelerdeki kişi başı sağlık harcaması 5 bin dolar iken, listenin en altındaki ülkelerde bu rakam 30 dolar bile değil. En zengin 2 bin 153 kişinin toplam mal varlığı, dünya nüfusunun yüzde 60’ının toplam mal varlıklarına eşit ki, bu oran nüfus olarak da yaklaşık 4,6 milyar kişi ediyor. Dahası, 2017 yılında tüm ülkelerin gerçekleştirdiği toplam savunma harcaması, Soğuk Savaş’ın bitişinden bu yana en yüksek düzeye ulaştı. Dolayısıyla bu düzenin sürdürülebilir olmadığı ortada. Covid-19 salgını gerçekleşmemiş olsa da 2020 yılı içinde dünya çok büyük bir küresel finansal kriz yaşıyor olabilirdi. Covid-19 mevcutta var olan durumun daha da hızlı ve şiddetli olmasına zemin hazırlamış olabilir. Nitekim şimdiden sonra ise yaşanacak bir krize sadece Covid-19 neden oldu diye öne sürülebilir. Nitekim IMF Başkanı Kristalina Georgieva, Covid-19 salgını nedeniyle yaşanacak krizin, 2008 krizinden de büyük olacağını ifade etti. Öte yandan Covid-19 dünya ekonomisinin yaşayacağı krizin sadece günah keçisi de olabilir çünkü Covid-19 öncesi, sürdürülebilir olmayan bir ekonomik ve sosyal model yaşanmaktaydı ve bunun yükü başta doğa ve insan olmak üzere tüm dünyanın fazlasıyla sırtındaydı”.
"Ne yapmalı?"
Bu süreçte alınacak en önemli ve acil aksiyonun “Siyasi, fikri, ideolojik farklar gözetilmeksizin, tüm dünyada kurumların yönetişim ve dijital dönüşüm esaslarını göz önünde bulundurarak, yenilik yönetimini hızlandırmak” olacağını ifade eden Doç. Dr. Şen, “Tüm devlet kurumları, küçük büyük tüm şirketler, ‘Yaptığımız işi nasıl dijitalleştirebiliriz?’ düşüncesine kafa yormak durumunda olduğunu belirtti. Ülkemizde tüm bakanlıklar, ‘Dijital Dönüşüm Strateji Plan’ları oluşturarak bu planların yürütülebilmesi için ilgili birimleri kurmalı ve vatandaştan en üst düzey devlet görevlisine kadar sürece tüm paydaşlar dahil edilmeli. Yeni dönemin gerektirdiği nesnelerin interneti, blok zincir teknolojisi, artırılmış gerçeklik, robotik üretim gibi süreçler planlanmalı” şeklinde konuştu. Yönetim ve strateji alanında da dijitalleşmenin tüm olumlu ve olumsuz değerlerinin planlanarak, proaktif bir anlayışla yönetilmesi gerektiğini ifade eden Doç. Dr. Şen, “Yeniden” kavramını da şöyle açıkladı: “Bugün dilimizde kullandığımız ‘revizyon, reorganizasyon, reform’ gibi “re-” ön ekiyle, yani “yeniden” anlamına gelecek şekilde kullandığımız kavramlar, yakın gelecekte çok daha büyük önem kazanacak. Bu nedenle tüm bu kavramları; siyasal, kurumsal ve bireysel yönetişimde yeniden ve etkileşimli olarak değerlendirmeliyiz” diyerek sözlerini noktaladı.